Perşembe, Ağustos 13, 2009

Karışık olsun bu da..

Bir yazı girişi için çok alakasız bir giriş olacak ama geçenlerde bir muhabbet arasında duydum, Erol Evgin'in saçları perukmuş. O yüzden senelerdir aynı biçimde, hiç bozulmadan duruyormuş. Şaşırdım, inanmadım hatta ama ne bileyim, olur mu olur. Vay be...

Film izleyemiyordum uzun zamandır çünkü bilgisayarımdan ses çıkmıyor. Tabi fanların uğultusunu saymazsak. Ses sistemimde sorun var, servise götürmeye de üşeniyorum açıkçası. Film izlemek istemesem pek de sorun değil ama işte TV'de de film izlemeyi sevmiyorum ne yazıkki. Neyse, epeydir izlemek isteyip de ertelediğim Avustralya filmini, Pazar günü TV'de de olsa izlemeye niyetlendim. Filmin 3 saat sürdüğünü bildiğim için sürekli erteledim, boş bir zamanda rahat rahat izlerim diye. Pazar günü boş bir zamandı, oturdum izleyeyim dedim ama keyfim yoktu ve film de bitmek bilmeyince yarıda bıraktım. Bir yarım saatlik moladan sonra tekrar devam ettim ama sonra yine yarıda bıraktım. Bir daha da oturmadım başına, bir ara tamamlarım artık. Film çok güzel ama ne diye 3 saat yaparlar anlamam. Sonbahar'ı izlemek istiyorum şimdi ilk uygun zamanda.

Cumartesi sabahı İstanbul'a gidiyorum. Pek muhterem ağabeyim'in düğün davetiyelerini teslim alacağım. Bu vesileyle Tophane'deki forum buluşmamıza da katılacağım. İlginç bir buluşma olacağını seziyorum ama hayırlısı bakalım. Garip bir heyecan var üzerimde...Neyse, forumdan iki arkadaş ile akşam Çanakkale'de görüştük, oturduk muhabbet ettik. Bu arkadaşlardan biri ile beraber gideceğiz zaten İstanbul'a, aldık biletlerimizi de. Umarım güzel geçer bu İstanbul gezim...

Geçenlerde caramelia'nın blogunda, dedesinin vefatını konu aldığı yazısını okuduktan sonra 3 sene önceki dedemin vefatı düştü aklıma. Yaşı ve hastalığından ötürü yatalaktı. Amcamlarda, halamlarda ve bizde kalıyordu sırayla, bir şekilde bakım ihtiyacı gideriliyordu. 2006'nın Eylül başı gibi bize geldi işte, bizde kalacaktı. Dedem geldikten bir hafta sonra ben Adana'ya bir dostumu ziyarete gittim, bir hafta kaldım orada. Fakat biliyordum ki, dedemin artık son zamanları. Bunu herkes biliyordu. Adana'ya giderken de öyle, bir telefon gelir endişesiyle gittim. Bir haber gelmedi şükür, geri döndüğüm hafta Ramazan Ayı başlamıştı. Huyumdur, sahurdan sonra uyumam ben. Adana'dan getirdiğim filmleri izledim bir kaç sabah. Yine bir sahurdan sonra Patch Adams'ı izledim. Filmi izleyenler bilir, bir sahnesinde hastanedeki yaşlılara dans ettiriyor adeta, eğlendiriyor falan...Aklıma yan odada yatan dedem geldi o sahnede ve yanına gittim, elini tuttum, "bir şey ister misin dede?" diye sordum. Bakışları çok donuktu, çok boştu ve çok korkutucuydu. Uzun bir müddet elimi sıktı ve "su" dedi belli belirsiz. Suyunu içirdikten sonra ayrıldım yanından, sabah işe gittim. Ama resmen bir kulağım telefonda, bekliyorum. Biliyorum ki o telefon çalacak ve kötü haber verilecek. Öğlen ağbim aradı, verdi haberi. "Hmm...Tamam." oldu cevabım sadece. Diyemedim bir şey...Öleceğini bildiğim halde öyle bir acı geldi ki o haber. Cenazesine gittim, 10 dk'da toprağa verildi ve gitti. Bu kadar kolay işte...Allah kimseye yaşatmasın diyeceğim ama er geç hepimiz yaşayacağız bunu, Allah sabır versin herkese...Ölmüşlerimizin de ruhları şad olsun bu vesileyle.

Ölüm gibi bir gerçeğin üzerine de daha bir şey yazılmaz (:

Yarımlana yarımlana bir bütün olabilirim belki bir gün...

0 yorum:

  © Blogger templates Brooklyn by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP