Çarşamba, Ocak 27, 2010

Özlem



Özlemden çıkan mutluluk, garip bir mutluluktur:
bir an gelir, şöyle hisseder özlem çeken kişi:
ben buradayım; o, orada--
ama ben oradayım da;
o da, burada da...

Bunu, özleyen gibi özlenen de hissediyorsa, o anda,
mutluluk, kurulur--karşılıklı; ve, birlikte...

Oruç Aruoba
(sy. 98, Uzak)

Pazartesi, Ocak 25, 2010

Buralar soğuk...


  • Soğuk, kar, kış kıyamet geldi çattı. Çok da güzel oldu. Buz tutan yollarda ve kaldırımlarda insanların düşmemek için penguen gibi yürümelerini izlemek çok zevkli. Kendim de düştüm ayrıca kar topu oynarken. Buzla kaplı fayans zemini farketmedim ve elimde sıktığım, atmaya hazır kar topu elimde kaldı öylece. Ben tabi yerde... Dün yarım saatliğine de olsa bir delilik yapıp kayalıklar'a çıktım. Müthiş bir kuru ayaz vardı ama o soğuk öyle rahatlattı ki..
  • İstanbul'u özledim yine bu aralar. Ya da Çanakkale'den sıkıldım bilmiyorum. Belki de kendimden ama bir değişiklik şart, bir şeyler yapmak lazım. İstanbul'u ne kadar çok sevsem de, orada yaşama fikri gözümü korkuttu hep. İşim de hazır sayılır ama önümde bir askerlik meselesi var çözemediğim. Geleceğimle ilgili tüm planlarımı aksatıyor ne yazıkki, hepsini askerlik sonrasına erteliyorum. 
  • Nisan'ın ilk haftası ara sınavlar var, önümüzdeki hafta başlıyorum ders çalışmaya. Oldukça kararlı ve azimli bir şekilde, kaytarmak yok. Bir aydır falan hazırladım kendimi, internetle aramı çok çok azalttım, kullanmadığımda aramıyorum en azından. Kafamı toparlamaya çalıştım, istemeden de olsa kırdığım insanlar oldu maalesef. Askerlikle ilgili bir sorun yaşamamam için bütünlemelere ders bırakmamam gerekiyor. Bunun için de, kafam rahat bir şekilde çalışmam gerekiyor.
  • "Hayatın en hüzünlü anı mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır."
  • "Sen çok iyisin, seni üzmek istemiyorum." ne demektir ki? Manası nedir bunun? Böyle derken ne demek isterler? 
  •  "Poyraz ile lodosun farkını sordu..."sersem gibiysen lodostur" dedi... diğeri "aşık olmak gibi mi yani" dedi...ne güzeldi..." Feridun Düzağaç

Perşembe, Ocak 14, 2010

Atilla İlhan

“dinle sevgilim, uzun bir seyahate çıkacağım, hareketimden evvel bazı şeyleri söylemek arzusundayım.

yokluğum fazla uzayabilir, zaman zaman, dediklerimi dinleyerek saptarsın ki: hayatta kimse kimseyi anlayamaz, kimse kimsenin yerini tutamaz; aşk dediğimiz, ya vahim bir yanlış anlaşılmadır, ya kötü bir hayal kurma tarzı: iki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal kurmaya kalkıştığından, sukut-u hayaller eksik olmaz! sen dediğime kulak ver, kendimizden başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz, şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da kendisini üçüncü bir şahıs üzerinde dışlaştırır, somutlaştırır: arada ahenk kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle sandığımız farklı!

muvaffak bir çift, yalnızlığa tahammülü yüksek iki insan manasını taşır: çift demek, yanyana iki yalnızlık demek, beraber bile olamamış, kesişmesi bile zor! onun için böyle bir hayatı, içine girip kurbanı olmadan yaşayacaksın, yani uzaktan. uzaktaki, soyut, hemen hemen yok bir şahsı sevmekten güzelini tasavvur edemiyorum. yakında olmayan sevgili tahayyülde yaşatılır, hayalde yaşamak az evvel açıkladığım kaideye uygun olarak, onu kendine benzetmektir; yanında bulunmayacağından, o buna ne itiraz edebilir, ne müdehale: sevdiğini hayalinde değiştirdikçe, kendine benzettikçe daha çok seversin, böylece denge korunmuş olur.

sevmek! sevmek esasında alıp başını gitmektir, sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yaklaşır, sevdiğini gönlünde kendi bildiğince yeniden yaratarak..”

Atilla İlhan

Pazartesi, Ocak 11, 2010

Yıkılmadım, hamaktayım..




  • "Şimdi belki mutlusundur diye ödüm kopuyor; bana acı acı hatıran lazım" diyor Feridun abi. Onun derdi de Asuman. Bırakıp gitti abimizi, her yazısında sitem eder Asuman'a; "kol kırılır yen içinde kalır, kalp kırılır sen içinde kalırsın; seviyorum Asuman..." Üzülüyorum.
  • Ben son bayramda Mozaik Pasta yapmıştım ya, bu aralar yine bir yemek yapma hevesi geldi oturdu içime. Bandırma'ya gittiğimde yengemin kardeşi pizza yaptı. Çok beğendim, çok hoşuma gitti ve "ben de yaparım" dedim. "Yap da yiyelim" dediler. Boş bir vakitte pizza yapılacak. Dışarıda neredeyse her gün yiyiyoruz, bıktım artık pizza'dan ama hamuru ve malzemeleri bana ait bir pizza'yı da zevkle yerim be! Önlüğümü ve kepimi de takarım, Dardy Usta'nın pizzası..Pehh.
  • Canan Tan'ın Piraye'sini bitirdim geçen hafta. Geçen sene okumaya başlamıştım aslında ama daha kitabın başında yarım bırakmıştım. Çünkü bir önce okuduğum Yüreğim Seni Çok Sevdi ile benzer bir hikaye gibi geldi başlarda ve bu da sıktı, araya vereyim biraz demiştim. Geçenlerde tekrar gözüme takıldı ve 1 haftada falan bitirdim. Geçen sene okusaydım sonu etkilemezdi bu kadar beni ama bu sene etkiledi.
  • Şimdi de Khaled Hosseini'nin Uçurtma Avcısı'nı okuyorum. Filmi de yapılmış yeni öğrendim, kitap bittikten sonra izleyeceğim.
  • Twitter'ı anlayamamış, çözememiş ve aktif kullanamayan biri olaraktan tek amacım Erdil Yaşaroğlu, Selçuk Erdem gibi karikatüristlerin eğlenceli twitlerini, Feridun Düzağaç, Yekta Kopan gibi sanatçıların her biri birbirinden değerli ve anlamlı twitlerini okumak oluyor. Güzel ama..
  • Dün kuzenimle PlayStation oynamaya gittik yeni açılan bir mekan'a. Mekan çok güzel, sade, şık falan ama işleteni daha güzel. Yaşlı bir teyzecik. Boş vaktinde örgü örüyor orada, pek de hoşsohbet biri. Ps oynayamaya gidiyoruz diye surat yapan Deniz bacım ve Gamze bile sıkılmadılar teyzeyle, samimi oluvermişler hemen. Teyze gençliğini anlatmış falan. Recep İvedik'in annesi gibi bir teyze valla..
  • Başlık Feridun abi'nin bir twit'i ayrıca..
  • Cap ou pas cap?

Çarşamba, Ocak 06, 2010

Hiç


Hiç, bir insanı unutmak,
bir insandan vazgeçmek,
bir insanı hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda
kaldın mı hiç?
Hani ölmüş gibi,
hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,
her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip
ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi.
Ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek,
ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana,
ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi
sen hala bu kadar sevgili iken?
Özlemek,
bu kadar özlemek,
etini kemiğini yakarcasına özlemek…
çok kötü değil mi?
Bu kadar özleyip onu görememek,
ona dokunamamak,
onu işitememek,
artik sonunun “Pi” hali değil mi? Biliyorsun değil mi?
Ne kadar umutsuz bir arayıştır o,
kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak
belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek,
belki şu an arkamda yürüyen insanların içinde bir yerde demek,
belki şu an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yaşamak,
ne zordur değil mi?
Ne kadar eritir insanı farketmeden.
Sen de biliyorsun değil mi bunları?
Bir sinema koltuğunda sen de iki kişi gibi oturdun mu hiç?
Hiç iki kişi gibi zevk aldın mı bir konserden yalnız başına?
Güzel bir kafe keşfettiğinde,
güzel bir film seyrettiğinde,
güzel bir şarkı dinlediğinde,
güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi
paylaşamadığın için onunla.
Bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın mı ortada?
Hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?
Baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün
oldu mu hiç?
Sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yaşatandan
nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
Gözünün içine baka baka kolunu, bacağını kesen bir insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar
oldu mu hiç?
Hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden birisine
aşk şiirleri yazabildin mi?
Onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara
feda oldun mu hiç?
İçinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin,
özlemini,
susuzluğunu,
açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?
Kanayan yarasını gördüğün,
ama merhem olamadığın zamanlar.
Gücünün,
hani o tanrısal gücünün,
bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu
gördüğün zamanlar
oldu mu hiç?
Hiiiiiiiç…
Hiiç…
hiç…
bir hiç…

CAN DÜNDAR

Pazartesi, Ocak 04, 2010

Bandırma


Yılbaşı gecesini Bandırma'da, abimlerde geçirdim. Yılbaşı kutlamayı sevmediğim için, pek bir önemi yoktu bu kutlamanın da ama kısa bir süre de olsa Çanakkale'den uzaklaşmak öyle iyi geldi ki...

Kullandığım iki telefon hattından birini kapattım gittiğimde. Diğeri açık kaldı ki o hattan bana ulaşan sayılıdır çevremde. Dolayısıyla o hat da fazla çalmadığı için gayet rahattım telefon konusunda. İnternet de yoktu ki zaten daha gitmeden bir, bir buçuk hafta öncesinden girmiyordum nete. Bandırma'da da yokluğunu hiç hissetmedim, aramadım ve alıştım buna ki bu saatten sonra da çok çok az kullanacağım. Güzelce kafamı dinledim yani Bandırma'da...

Özlediğim abimle, yengemle, yengemin kardeşi ve kuzeni ile eğlendik, yedik, içtik (: Bandırma'ya ilk gidişimdi, gezdim fakat sanırım sevemedim. Sahile indiğimizde deli bir rüzgar vardı, bir kaç fotoğraf çekmiştim...







  © Blogger templates Brooklyn by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP