Çarşamba, Kasım 17, 2010

İyi Bayramlar (:

Bayramı uzakta da olsa 'paylaşabildikten' sonra, 'hissedebildikten' sonra öpülesi elleri, baş koyulası omuzları ve yalansız gözleri, yolunu gözleyenleri; zaman zaman sıkılsan da, hasta
olsan da yüzün gülebiliyor burada. Canın yansa da mutlu olabiliyorsun
halinden. Güldürebilenin, mutlu edebilenin yüreğine sağlık...
Birlikte daha nice bayramlara (:

Pazar, Ekim 31, 2010

Bir kalemin intihar mektubu

İnsalar saf olamayacak kadar, kendilerine karşı bile dürüst olamayacak kadar zeki.
İstediğini değil istemek istediğini yapacak kadar gaflette.
Saf duygularını birbirlerine, sevdiklerine bile, kendilerine bile anlatamayacak kadar kapalı, sadece bana anlatacak kadar aciz.
Sıra bende.
Benden öncekilerin hikayelerini biliyorum. Öncekilerin hikayelerini de benim hikayemi yazan kişi yazdı.
Her biri ayrı bir olay, her biri ayrı bir ders.
Büyütülmeyecek kadar basit, küçümsenemeyecek kadar derin.
Acı çekmekten kaçan insanlar acının kucağına düşer mutluluk uğruna.
Belki mutluluğun peşinden koşarlar, belki acıdan zevk alırlar.
Ben de bilemiyorum artık hangisi.
Çoğu kişinini imreneceği kadar olgun, bazılarının da şaşıracağı kadar toysundur.
Zevke bağlarsın hayatını, acı karşısında bilemezsin ne yapacağını, bırakıp gidersin.
Ciddiyete bağlarsın hayatını, zevke gelince şaşırırsın, acı karşısında bocalarsın, doğru olanı yapamazsın.
Asıl kişiye anlatamazsın hislerini, anlamaya çalışırsın, anlatmaya çalışırsın, ama ne anlatman gerektiğini bilemezsin.
Doğru olanı bilemezsin, hissedersin ama hislerin de toydur.
Dürüstsündür ama yanlışsındır.
Tam düzeltecekken kafana bir kaya düşer, tam düzeldi derken kaya olursun asıl hislerin yüzünden kaya olur düşersin.
Sörf etmelisin büyük dalgalar arasında, beceremezsin.
Acizsin İnsan.
Dalgalar boğmasa da seni, dalgaları göremeyen insan çeker seni suyun, acının içine.
Çekmesine izin verirsin çünkü seversin insan..
Kayayı delecek kadar zekisindir, ama suda boğulacak kadar salaksındır.
Hayat budur insan..
Yerin yarım kilometre altını gözünü kapatmadan delen bir insan, yerin bir metre üstünde bir arabanın altında canını veriyorsa, sen herşeyi anladığını sanarken herşeyden uzaklaştığını göremeyecek kadar acizsin insan..
Sevmişsindir çünkü insan.
Sevmişsindir bilemeyecek kadar sorunu.
Değer vermişsindir umursamayacak kadar sonunu..
Ağlamışsındır anlamadığın zamanlar...
Ölmüşsündür kendini anlatmadığın zamanlar..
Anlatabildiğin kadarsın insan bilmiyorsun...
Bilgini anlatabilirsin çok kolay, ama hislerini asla..Çok zor insan, bilemezsin..
Elini tuttuğunda ateş basar bütün bedenini..
Sen uyurken Oğuzun evinde, öpücüğüyle uyanırsın, o an bilirsin ne kadar şanslısın..
Sadece bilirsin insan, anlatamazsın..
Sonra da anlatamadığın için pişman olursun...
"Sonra" insan.. "Sonra" en kötü düşmanındır senin bilmiyorsun..
Öncesi bitmiştir.. Şimdiyi yaşıyorsundur..
Sonra'yı görebiliyorsan şanslısındır.
Sonrası sevgi dolu diyebiliyorsan şanslısındır insan..
Acizsin insan.
Çıkmaz bir sokakta, arkadan mahallenin bütün serseri acıları üstüne geliyorken,sen arkanı dönüp ağladığın için acizsin insan..
İşe yaramıyor, anlatmaya çalıştıkca, anlatamadığını gördükçe, bataklıkta çırpınırken daha da battıkça, elini uzattığın insan üzerindeki çamurdan kaçtıkca başaramazsın insan..
Dudaklarınının ateşini yüreğinde hissettiğinde, dudaklarını kalbine hapsetmeyi beceremediğin için acizsin insan..
Üzülme..Yaşıyorsun ve öğreniyorsun..
Yaşayıp öğrendiklerini sananlarla savaşıyorsun.
Sen bir savaş gemisi değilsin insan -bkz: Travis - Battleship-.
Boşver be insan..
Ben boşvermişim zaten kırılacağım diye.
En nihayetinde bir kalemim..
En nihayetinde bunları yazan bir erkek..
En nihayetinde kaybetsem de kazanan -kazandığını sanan- insanlar olacak.
Ben bir kalemim, bir sevdanın simgesiyim, mutlulukta ve sağlıkta yaşarım.
Hastalıkta ve kederde yaşatılmalıyım..
Bunu bil insan..
Mutlu olmadığın zaman mutlu etmek için çalışmazsan, ben yine her ayrılıkta ölürüm insan..
Bu sefer önce davranıyorum ve intihar ediyorum.
Bu sefer acıyı, önünü göremediğin denize bırak insan.
Kurtulmaya çalış ama kurtulamayacağını bil.
Deniz bitmez.
O denizde kimle yüzmek istediğin bil ki sonra boğulduğun için üzülme..

Kalem..

...

 Hatırlıyor musun: 'Her ayrılıkta bir kalemim intihar etmiştir benim'. Sıra bunda dostum..

Pazar, Ekim 24, 2010

"Artık öğrendim ki; kimi sevdiğin önemliymiş. Uzun yolu göze alamayana kelebek olunmazmış. Nefesi yetmeyenle dipte hazine aranmazmış. Aşkın ibadetini bilmeyene bayram bağışlanmazmış.."

Öyle bir geçer (mi) zaman ki?

Geçmiyor bu lanet olası ve baştan sona cenabet şehirde. Askerliğim bitip evime dönerken daha otobüse binerken haritadan sileceğim Çorum'u. Geldim geleli başıma gelebilecek her türlü şanssızlığı, aksiliği yaşadım. Askerlik adına her şey kötü gitti, gidiyor. Her ne kadar kısmen düzelse de, az da olsa rahat etsem de Kütahya'yı özlüyorum arıyorum. Çorum'un ilçesi Sungurlu'da Kapalı Cezaevi J. Karakolu'nda nizamiye çavuşuyum. Kötünün iyisi yani...Öyle ya da böyle bitecek bu çile!

Şükürler olsun ki son bir kaç aydır hayatımdaki tek olumlu güzellik olan, benim için köprüden önce son çıkış gibi tam anlamıyla kurtuluşum ve huzurum olan, sevgisinden ve samimiyetinden asla şüphe edemeyeceğim, çok iyi tanıdığım ve bildiğim, mutlu olacağımıza sonuna kadar inandığım biri var hayatımda. Allah nazarlardan saklasın, o olmasaydı çok daha zor olurdu buralar. Askerliğin düşmesini bekliyoruz artık ailecek (:

"Hayat böyle" işte...Bir bildiği var kaderin (:

formspring.me

Ne sen sor ne ben söyleyeyim dersem çok yersiz olur dimi? Sor bakalım hadi.. http://formspring.me/theDardy

Pazartesi, Ağustos 09, 2010

Home Sweet Home!

Klasiktir değil mi bu? "Evim güzel evim.."
Böyle gerçekten..
Acemilik bitti ve Kütahya'ya veda ettik...Cumartesi sabahı 05:30'da taburdan çıktık ve 07:30 treni ile Eskişehir'e geldik. İlk kez trene bindim ve beğenmedim, çok sıkıldım ağır ağır gidince (: Rötar mevzusu var bir de can sıkan. 09:00 gibi Eskişehir Gar'a indik ve taksiye atlayıp otogar'a geçtik. Gördüğüm kadarıyla Eskişehir çok güzel, gezilesi bu arada. Neyse, 10:15 otobüsüne atlayıp Çanakkale yollarına düştük. Bursa, Bandırma derken Çanakkale girişinde boğazı gördüm ya, yok böyle bir mutluluk. Çanakkale gibisi yok! Otogar'da kuzenimin kız arkadaşı Dnz bacım ve Gamze karşıladılar, eve çıktık birlikte ve tabii ki annemin mutluluğu (: Hangi yemekleri özlemiş olabileceğimi annem biliyor tabi, hazırlamış hepsini. Mercimek çorbası, pirinç pilavı, sütlaç...

Kütahya iyisiyle kötüsüyle geride kaldı. Askerlik açısından hiç bir sorun yaşamadım, aksine çok çok rahat bir askerlik yaptım orada. Çok iyi 5 arkadaş, dost edindim.  Neyse ki Kütahya bitti artık, uzaklaşıyorum oradan ve Çorum'a gidiyorum haftasonu. Şu an gerek askerlik gerek ruhsal durum falan fişman her şey yolunda ve olumlu.

Cumartesi, Temmuz 31, 2010

Dardy'nin Usta Birliği

14 Ağustos'tan itibaren;
Çorum İl Jandarma Komutanlığı

Perşembe, Temmuz 01, 2010

Özledim!

  • Annemi özledim,
  • Abimi özledim,
  • Sevdiklerimi ve sevenlerimi özledim,
  • Bilgisayarımı,
  • Telefonumu
  • Film izlemeyi
  • Film izlerken mısır yemeyi, ice tea içmeyi
  • Müzik dinlemeyi
  • Müzik dinlerken uyuyakalmayı
  • Kordon'da yürümeyi
  • Bira içmeyi
  • Elif Cadısı ile oynamayı
  • Saatlerce tasarım yapmayı
  • Kitap okumayı
  • Şiir okumayı ve paylaşmayı
  • Hepsinden öte, Kendimi özledim!

Çarşamba, Mayıs 19, 2010

O Şimdi Asker!

Biraz apar topar olduğu için bir çok kimseye haber veremeden askere gittim. Bu satırları da askeri vazifem sırasında yazıyorum yine. 12 Mayıs'tan bu yana Dardy asker;

1. Jandarma Er Eğitim Tabur Komutanlığı - KÜTAHYA

Pazar, Nisan 11, 2010

OnBirSıfırDört!

Yirmibeş yılın telafisiz yürek savaşçısı
Yirmibeş yılın yıkılmayan bir pençe Dardy'si
1985'te başlar ilk doğumun sancısı
Son nefeste yine var...

Yaş oldu 25. Çeyrek asırdır nefes alıp veriyor bu bünye ama hala bir "Neredeyim ben? Neden buradayım?" modunda. Hayatını bir rayına oturtamamasından ötürü elbet. Kim oturtmuş ki değil mi? Bunu da biliyor. Biliyor bilmesine de, işte...
Çevrem de neden az insan barındırdığımı da böyle günler de idrak ediyorum, onaylıyorum kendimi. Samimiyetsizce davranışlardan uzak kalmaya çabaladığım için herkese, bana da öyle davranılsın istiyorum. Arayıp sormayıp sadece işi düşünce, sıkışınca kapımı çalanlardan kaçmışımdır hep, uzaklaştırmışımdır hayatımdan. Az olsun, öz olsun misali...
Doğum günüm ya bugün. Şu saate kadar kutlayanlara bir bakıyorum da, yukarıda yazdıklarım konusunda haklılığımı gösteriyor. Bir Facebook'un hatırlatması sonucu ayıp olmasın diye prosedürden kutlayanlar var -ki bunların içinde akrabalarım dahi var, ne yazık. Bir de işte az olsun öz olsun dediklerim, özlerim var. Benim bugüne diğer günlerden ayrı bir önem vermediğimi bildikleri halde, mutlu etmek için ellerinden geleni yapanlar var. Zaten diğer günlerde de beni hep mutlu ettiklerini bildikleri halde hem de...
İşte burada cevap buluyorum yazının başında sorduğum sorulara; -Buradayım, dostlarımın, sevdiklerimin, özlerimin yanında, arasında...
İyi ki varsınız!

Perşembe, Mart 11, 2010

Son.


"Rather than love, than money, than fame, give me truth."
Henry David Thoreau

Salı, Mart 02, 2010

Biliyor musun Nereden Geliyorum?

Biliyor musun Nereden Geliyorum?

Oradan:
senin gideceğin yerden-
en dibinden
acıların
en içinden
sevinçlerin:
ikimizin gideceği yerden.

Oradan:
ikimizin olduğu yerden-
çevremizden gelen
etkilerden sıyrılıp,
kendiliğimizden
oluştuğumuz yerden.

Oradan:
bizim yerimizden-
ikimizin de geldiği yerden:
yenilgiden
üzüntüden
ye...şillikten
mavilikten.

Biliyor musun
nereden?

Yaşamın en dibinden.
İçtenliğin en içinden.

Sen ve ben
neden
gelmişsek ve gideceksek
o yere, o yerden
kendiliğimizden,
gideceğiz ve geleceğiz
o yere
yeniden-

Sen ve ben
yeniden ve yeniden.

senin elin
serin elin
benim elim
derin elim

senin elin
benim elim
benim elim
senin elin

senin elim
benim elin

dingin elin
suskun elim

Gidiyorsun:
Bütün ışıklarımı göndersem seninle
aydınlanır mısın?

Gidiyorsun:
Bütün sevinçlerimi göndersem seninle
mutlanır mısın?

Gidiyorsun:
Bütün hüzünlerimi göndersem seninle
üzülür müsün?

Gidiyorsun:
Bütün acılarımı göndersem seninle
yıkılır mısın?

Ben
üzüntülü ve yıkık
kalırken
sen
aydınlık ve mutlu
git
ışıklarımla ve sevinçlerimle:
üzülme
yıkılma
aydınlan
mutlu ol.

ışık ol
aydınlık ol
sevinç ol
mutluluk ol.

Bırak bana
hüzünleri, üzüntüleri
acıları, yıkımı-
al götür
ışıkları, aydınlığı
sevinçleri, mutluluğu.

Gidiyorsun:
Bütün kendimi göndersem seninle
götürür müsün?

Bak, denizdeyim
diyecektim:
bir serin ürperti
yaladı geçti dalgaları-
diyemedim.

Zaten
yoktun ki.

Kim bilir
nasıl kuru, nasıl tozlu
nasıl gürültülü-
ama, belki
nasıl da renkli, nasıl canlı
nasıl dingin
bir yerdeydin
günboyu.

Şimdi son pırıltılar çekilirken
suların üstünden
sen, belki
nasıl kuru, nasıl cansız
nasıl boğucu
bir yerdesin-
ama, belki de
nasılsa renkli, canlı, dingin-
yerliyerindesin.

Ama
yoksun ki.

Bak, denizdeyim
diyeektim-
diyemedim.

Oraya
senin olduğun yere baktım.
Bir serin ürperti gibi
yaladı geçti dalgaları
o eski deyiş:
How do I love thee?
Let me count the ways-

Gördüm seni.
Geldin gözümün önüne:
nasıl da duru, nasıl arı
nasıl canlı-
kuru, cansız, boğucu
yerinde,
bütün bezginliğinin içinde
denizde gibiydin.

Ama
yoktun ki.

Bak, denizdeyim
diyecektim:
bir ıslak esinti
düştü dalgaların üstüne-
diyemedim.

Zaten
yoktun ki.

Yokum ben sensiz
yoksun sen bensiz

benimle sen
seninle ben

Var mısın?
Yok musun?

Yok musun?
Var mıyım?

Orada
beni düşünüyorsun
Hissettim bunu:
Bir şiddetli rüzgar gibi
aşarak tepeleri
geçerek boğazları
ulaştı buraya
geldi dokundu bana
düşünmen beni.

Orada
beni düşünüyorsan
hissetmelisin bunu:
Bir rengarenk ışın gibi
aşarak tepeleri
geçerek boğazları
ulaşmak oraya
gelip dokunmak istiyor sana
düşünmem seni.


Oruç Aruoba

Cuma, Şubat 26, 2010

Dirildim dirildim, öldüm.

Bir blogum var benim değil mi ya? 20 gün olmuş yazmayalı...Blogumu unutmadım tabii ki ama yazacak şeyim yok. Yazacak çok şey var aslında ama yazacaklarımı toparlayacak kafa yok bende (: Düzlüğe çıkmak için tırmalarken kendini çukurda bulmak deyimi vardır ya, bana gayet uygun işte bu sıralar. Hep olmak isterken hiç olmak ya da...

Geçen Pazar İstanbul'daydım maç için. Her ne kadar sabahında sinir, stres yüklü olsa da gün güzeldi, iyi geldi hava değişimi.

Kısaca Dardy;
yorgun - argın - kırgın - sıkkın - bıkkın - karmaşık - çapraşık - bi garip - uykusuz - az biraz ruhsuz - çokça suskun - bazen Beyaz - paso Siyah - umutlu - yalandan da olsa; mutlu.

Cumartesi, Şubat 06, 2010

Uçurtma Avcısı

 

Önce kitabını, ardından da filmini izledim. İkisi de müthişti. Kitap, Khaled Hosseini'nin ilk romanı ve 2003'te yayınlanıp, 2006-2009 arası 3 yıl Uluslararası Çoksatar listesine girip ödül almış. Kitap okunası, film izlenesi kısaca...

Emir ve Hasan, Kabil'de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk... Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir'le Hasan'ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ise onun hizmetkârının oğludur. Üstelik Hasan, orada pek sevilmeyen bir etnik azınlığa, Hazaralara mensuptur.

Çocukların birbirleriyle kesişen yaşamları ve kaderleri, çevrelerindeki dünyanın trajedisini yansıtır. Sovyetler işgali sırasında Emir ve babası ülkeyi terk edip California'ya giderler. Emir böylece geçmişinden kaçtığını düşünür. Her şeye rağmen arkasında bıraktığı Hasan'ın hatırasından kopamaz.

Uçurtma Avcısı arkadaşlık, ihanet ve sadakatin bedeline ilişkin bir roman. Babalar ve oğullar, babaların oğullarına etkileri, sevgileri, fedakârlıkları ve yalanları...

Daha önce hiçbir romanda anlatılmamış bir tarihin perde arkasını yansıtan Uçurtma Avcısı, zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişini aşama aşama gözler önüne seriyor.

Uçurtma Avcısı'nda anlatılan olağanüstü bir dostluk. Bir insanın diğerini ne kadar sevebileceğinin su gibi akıp giden öyküsü...

Çarşamba, Ocak 27, 2010

Özlem



Özlemden çıkan mutluluk, garip bir mutluluktur:
bir an gelir, şöyle hisseder özlem çeken kişi:
ben buradayım; o, orada--
ama ben oradayım da;
o da, burada da...

Bunu, özleyen gibi özlenen de hissediyorsa, o anda,
mutluluk, kurulur--karşılıklı; ve, birlikte...

Oruç Aruoba
(sy. 98, Uzak)

Pazartesi, Ocak 25, 2010

Buralar soğuk...


  • Soğuk, kar, kış kıyamet geldi çattı. Çok da güzel oldu. Buz tutan yollarda ve kaldırımlarda insanların düşmemek için penguen gibi yürümelerini izlemek çok zevkli. Kendim de düştüm ayrıca kar topu oynarken. Buzla kaplı fayans zemini farketmedim ve elimde sıktığım, atmaya hazır kar topu elimde kaldı öylece. Ben tabi yerde... Dün yarım saatliğine de olsa bir delilik yapıp kayalıklar'a çıktım. Müthiş bir kuru ayaz vardı ama o soğuk öyle rahatlattı ki..
  • İstanbul'u özledim yine bu aralar. Ya da Çanakkale'den sıkıldım bilmiyorum. Belki de kendimden ama bir değişiklik şart, bir şeyler yapmak lazım. İstanbul'u ne kadar çok sevsem de, orada yaşama fikri gözümü korkuttu hep. İşim de hazır sayılır ama önümde bir askerlik meselesi var çözemediğim. Geleceğimle ilgili tüm planlarımı aksatıyor ne yazıkki, hepsini askerlik sonrasına erteliyorum. 
  • Nisan'ın ilk haftası ara sınavlar var, önümüzdeki hafta başlıyorum ders çalışmaya. Oldukça kararlı ve azimli bir şekilde, kaytarmak yok. Bir aydır falan hazırladım kendimi, internetle aramı çok çok azalttım, kullanmadığımda aramıyorum en azından. Kafamı toparlamaya çalıştım, istemeden de olsa kırdığım insanlar oldu maalesef. Askerlikle ilgili bir sorun yaşamamam için bütünlemelere ders bırakmamam gerekiyor. Bunun için de, kafam rahat bir şekilde çalışmam gerekiyor.
  • "Hayatın en hüzünlü anı mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır."
  • "Sen çok iyisin, seni üzmek istemiyorum." ne demektir ki? Manası nedir bunun? Böyle derken ne demek isterler? 
  •  "Poyraz ile lodosun farkını sordu..."sersem gibiysen lodostur" dedi... diğeri "aşık olmak gibi mi yani" dedi...ne güzeldi..." Feridun Düzağaç

Perşembe, Ocak 14, 2010

Atilla İlhan

“dinle sevgilim, uzun bir seyahate çıkacağım, hareketimden evvel bazı şeyleri söylemek arzusundayım.

yokluğum fazla uzayabilir, zaman zaman, dediklerimi dinleyerek saptarsın ki: hayatta kimse kimseyi anlayamaz, kimse kimsenin yerini tutamaz; aşk dediğimiz, ya vahim bir yanlış anlaşılmadır, ya kötü bir hayal kurma tarzı: iki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal kurmaya kalkıştığından, sukut-u hayaller eksik olmaz! sen dediğime kulak ver, kendimizden başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz, şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da kendisini üçüncü bir şahıs üzerinde dışlaştırır, somutlaştırır: arada ahenk kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle sandığımız farklı!

muvaffak bir çift, yalnızlığa tahammülü yüksek iki insan manasını taşır: çift demek, yanyana iki yalnızlık demek, beraber bile olamamış, kesişmesi bile zor! onun için böyle bir hayatı, içine girip kurbanı olmadan yaşayacaksın, yani uzaktan. uzaktaki, soyut, hemen hemen yok bir şahsı sevmekten güzelini tasavvur edemiyorum. yakında olmayan sevgili tahayyülde yaşatılır, hayalde yaşamak az evvel açıkladığım kaideye uygun olarak, onu kendine benzetmektir; yanında bulunmayacağından, o buna ne itiraz edebilir, ne müdehale: sevdiğini hayalinde değiştirdikçe, kendine benzettikçe daha çok seversin, böylece denge korunmuş olur.

sevmek! sevmek esasında alıp başını gitmektir, sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yaklaşır, sevdiğini gönlünde kendi bildiğince yeniden yaratarak..”

Atilla İlhan

Pazartesi, Ocak 11, 2010

Yıkılmadım, hamaktayım..




  • "Şimdi belki mutlusundur diye ödüm kopuyor; bana acı acı hatıran lazım" diyor Feridun abi. Onun derdi de Asuman. Bırakıp gitti abimizi, her yazısında sitem eder Asuman'a; "kol kırılır yen içinde kalır, kalp kırılır sen içinde kalırsın; seviyorum Asuman..." Üzülüyorum.
  • Ben son bayramda Mozaik Pasta yapmıştım ya, bu aralar yine bir yemek yapma hevesi geldi oturdu içime. Bandırma'ya gittiğimde yengemin kardeşi pizza yaptı. Çok beğendim, çok hoşuma gitti ve "ben de yaparım" dedim. "Yap da yiyelim" dediler. Boş bir vakitte pizza yapılacak. Dışarıda neredeyse her gün yiyiyoruz, bıktım artık pizza'dan ama hamuru ve malzemeleri bana ait bir pizza'yı da zevkle yerim be! Önlüğümü ve kepimi de takarım, Dardy Usta'nın pizzası..Pehh.
  • Canan Tan'ın Piraye'sini bitirdim geçen hafta. Geçen sene okumaya başlamıştım aslında ama daha kitabın başında yarım bırakmıştım. Çünkü bir önce okuduğum Yüreğim Seni Çok Sevdi ile benzer bir hikaye gibi geldi başlarda ve bu da sıktı, araya vereyim biraz demiştim. Geçenlerde tekrar gözüme takıldı ve 1 haftada falan bitirdim. Geçen sene okusaydım sonu etkilemezdi bu kadar beni ama bu sene etkiledi.
  • Şimdi de Khaled Hosseini'nin Uçurtma Avcısı'nı okuyorum. Filmi de yapılmış yeni öğrendim, kitap bittikten sonra izleyeceğim.
  • Twitter'ı anlayamamış, çözememiş ve aktif kullanamayan biri olaraktan tek amacım Erdil Yaşaroğlu, Selçuk Erdem gibi karikatüristlerin eğlenceli twitlerini, Feridun Düzağaç, Yekta Kopan gibi sanatçıların her biri birbirinden değerli ve anlamlı twitlerini okumak oluyor. Güzel ama..
  • Dün kuzenimle PlayStation oynamaya gittik yeni açılan bir mekan'a. Mekan çok güzel, sade, şık falan ama işleteni daha güzel. Yaşlı bir teyzecik. Boş vaktinde örgü örüyor orada, pek de hoşsohbet biri. Ps oynayamaya gidiyoruz diye surat yapan Deniz bacım ve Gamze bile sıkılmadılar teyzeyle, samimi oluvermişler hemen. Teyze gençliğini anlatmış falan. Recep İvedik'in annesi gibi bir teyze valla..
  • Başlık Feridun abi'nin bir twit'i ayrıca..
  • Cap ou pas cap?

Çarşamba, Ocak 06, 2010

Hiç


Hiç, bir insanı unutmak,
bir insandan vazgeçmek,
bir insanı hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda
kaldın mı hiç?
Hani ölmüş gibi,
hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,
her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip
ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi.
Ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek,
ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana,
ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi
sen hala bu kadar sevgili iken?
Özlemek,
bu kadar özlemek,
etini kemiğini yakarcasına özlemek…
çok kötü değil mi?
Bu kadar özleyip onu görememek,
ona dokunamamak,
onu işitememek,
artik sonunun “Pi” hali değil mi? Biliyorsun değil mi?
Ne kadar umutsuz bir arayıştır o,
kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak
belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek,
belki şu an arkamda yürüyen insanların içinde bir yerde demek,
belki şu an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yaşamak,
ne zordur değil mi?
Ne kadar eritir insanı farketmeden.
Sen de biliyorsun değil mi bunları?
Bir sinema koltuğunda sen de iki kişi gibi oturdun mu hiç?
Hiç iki kişi gibi zevk aldın mı bir konserden yalnız başına?
Güzel bir kafe keşfettiğinde,
güzel bir film seyrettiğinde,
güzel bir şarkı dinlediğinde,
güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi
paylaşamadığın için onunla.
Bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın mı ortada?
Hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?
Baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün
oldu mu hiç?
Sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yaşatandan
nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
Gözünün içine baka baka kolunu, bacağını kesen bir insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar
oldu mu hiç?
Hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden birisine
aşk şiirleri yazabildin mi?
Onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara
feda oldun mu hiç?
İçinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin,
özlemini,
susuzluğunu,
açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?
Kanayan yarasını gördüğün,
ama merhem olamadığın zamanlar.
Gücünün,
hani o tanrısal gücünün,
bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu
gördüğün zamanlar
oldu mu hiç?
Hiiiiiiiç…
Hiiç…
hiç…
bir hiç…

CAN DÜNDAR

Pazartesi, Ocak 04, 2010

Bandırma


Yılbaşı gecesini Bandırma'da, abimlerde geçirdim. Yılbaşı kutlamayı sevmediğim için, pek bir önemi yoktu bu kutlamanın da ama kısa bir süre de olsa Çanakkale'den uzaklaşmak öyle iyi geldi ki...

Kullandığım iki telefon hattından birini kapattım gittiğimde. Diğeri açık kaldı ki o hattan bana ulaşan sayılıdır çevremde. Dolayısıyla o hat da fazla çalmadığı için gayet rahattım telefon konusunda. İnternet de yoktu ki zaten daha gitmeden bir, bir buçuk hafta öncesinden girmiyordum nete. Bandırma'da da yokluğunu hiç hissetmedim, aramadım ve alıştım buna ki bu saatten sonra da çok çok az kullanacağım. Güzelce kafamı dinledim yani Bandırma'da...

Özlediğim abimle, yengemle, yengemin kardeşi ve kuzeni ile eğlendik, yedik, içtik (: Bandırma'ya ilk gidişimdi, gezdim fakat sanırım sevemedim. Sahile indiğimizde deli bir rüzgar vardı, bir kaç fotoğraf çekmiştim...







  © Blogger templates Brooklyn by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP