Pazar, Aralık 20, 2009

+35 Ülke kodu ile gelen çağrılar!

Meğer epey meşhur bir şeymiş bu ama ben yeni karşılaşım bu sabah. Şimdi efendim, sabahn erken saatlerinde +359896110319 numarasından bir çağrı geldi Vodafone hattıma. İlk önce numaranın +35 kısmına hiç dikkat etmedim, direkt sondaki 0319'dan acaba kimin diye hatırlamaya çalışıp tahmin yürütüyorum ama sonradan farkettim ki yabancı bir ülkeden geliyor çağrı. Yakın zamanda ForzaBeşiktaş Forum'da vardı böyle bir konu, o aklıma geldi de Google'da bir arama yapayım bakayım nerenin kodudur bu +35 dedim ve bir sürü bilgi çıktı karşıma.

Çıkan bilgilerden birinde gayet güzel açıklanmış mevzu, aynen alıntılıyorum;

Son aylarda sıkça +35 ile başlayan +359897773087  +359889787902 gibi telefonlardan özellikle cep telefonlarına sık sık çağrı gelmeye başladı. +35 Bulgaristan 'dan gelen aramalardır. Bizim ülkemizdeki gibi bazı uyanıklar oradan çağrı bırakıp aramanızı istiyorlarki kontür kazansınlar. Bu yüzden cep telefonunuza +35 ile başlayan bir çağrı bırakılmışsa sakın ha bir arayayım, bakayım ne istiyorlar kimmiş gibisinden boşuna aramayın paranız, kontörünüz gitmesin...
 Evet, durum aynen buymuş ve bu durumla karşılaşan çok fazla insan varmış. İlginç tabi, Bulgar kızları ülkemiz erkeklerinin abazalığından yararlanmak istiyorlar sanırım (: Neyse işte, merakımıza yenik düşüp aramayalım aman...

Perşembe, Aralık 17, 2009

İstiklal Caddesi Kadar



 Şebnem Ferah'ın dün çıkan Benim Adım Orman albümünde en sevdiğim, dünden bu yana dinlediğim parçası. Gerçekten müthiş ve etkileyici. Bildiğimiz, alışık olduğumuz Şebo tadı yani...

Alnımdan akan ter
Sana hiç değmedi
Gözümden damlayan yaş
Denizi bulmadi.

Bir sokak gördüm rüyalarımda gecelerce
Hiç sana çıkmadı.
Sadece yarım saat tutuştuk elele
O saat durmadı.

Düşünüyorum,
Ne kadar sevmiş olabilirim?
Düşünüyorum,
Sen ben gece ve bir yol.
Başka birşey
Yok elimde hafizamda.
Düşünüyorum,
Ne kadar yer etmiş olabilir ?

İstiklal caddesi kadar.
İstiklal caddesi kadar.

Anları birer birer
Topladım sakladım.
Tarihin ortasında
Gelecek aradım.

Hücreme girdin,dokundun hucrelerime
Buluttum,damladım
Cümleler kactı dagıldı dört bir tarafa,
Sadece noktayım.

Düşünüyorum,
Ne kadar sevmiş olabilirim?
Düşünüyorum,
Sen,ben,gece ve bir yol
Başka birşey
Yok elimde hafızamda
Düşünüyorum,
Ne kadar yer etmiş olabilir ?

İstiklal caddesi kadar
İstiklal caddesi kadar

Çarşamba, Aralık 16, 2009

Yağmur..




  • Soğuk bir hava var dışarıda, bildiğin soğuk. İçine işliyor insanın ama güzel, şikayetim yok. Sarıyorum atkımı boynuma, benden keyiflisi yok.
  • Evdeki tüm kitaplarımı yengem aldı götürdü. Bab-ı Esrar'ı da bitirdim kaldım kitapsız. Daha önce okumayacağım dediğim, Joanne Greenberg'in Sana Gül Bahçesi Vadetmedim'i var sadece ama niyetlendim, bir sayfa okuyup bıraktım. Okumayacağım bu kitabı inatla, belki ileride...Çok ileride, bir gün!
  • Dün gece dışarıdaydım. Bir yağmur yağdı ki, felaket. Şemsiye kullanma özürlüyüm ya, öyle bir ıslandım ki...İliklerime kadar neredeyse, çok uzun zamandır bu denli ıslanmamıştım. Kot pantolon ıslanınca ağır oluyormuş, düşüyor durmadan sinir oldum. Madem bu kadar ıslandık, daha fazla ıslansakta olur diyerekten kordonda bir bank'a oturduk. Alışkanlık ya, sicim gibi yağan yağmurun altında bank ıslak mı? diye kontrol de ettik ya, iyi güldürdü bizi.
  • Pazar gecesi bir rüya gördüm, hala etkisindeyim. Bir mezarlıktayım ve bir mezarın başına gelip duruyorum. Dua okuyacağım ama dua'nın yarısına gelince dilim dolanıyor, bir türlü tamamlayamıyorum dua'yı. Sonra sanki biri kolumdan tutup götürürmüşcesine, uçarak başka bir mezarın başına geliyorum. Babaannem'in mezarı...Bu kez dilim dolanmadan okuyabiliyorum dua'yı. Sonra yine uçarak o ilk mezarına başına gidiyorum, yine dilim dolanmadan okuyabiliyorum dua'yı. Çevremdekilerin yorumu; Babaannem dua istiyor oldu. Pazar günü bir ziyaret edeceğim mezarlığı...
  • Günün alıntısı olsun bu da, çok sevdim; "Bir babanın çocuklarına vereceği en güzel hediye annelerini sevmektir..."

Cumartesi, Aralık 12, 2009

Redd



Dün gece bu arkadaşları dinledik Mask Bar'da. Daha öncesinde pek takip etmişliğim olmasa da üç beş şarkısını severek dinlerdim. Redd'i ilk dinleyişim ve tanıyışım, Beşiktaşlı kimliklerinden ötürü olmuştu. "Kim bunlar?" diyerek dinlemiştim ve işte üç beş şarkılarını beğenmiştim.

Mekan küçüktü, ilgi fazlaydı. Dolayısıyla bir kalabalık söz konusuydu, bu da içerideki ortamın canlı olmasını sağladı. Vizeler sonrası öğrencilerin eğlenmeye aç oldukları malumdu ve Redd bu açlığı gayet güzel bastırdı. Çanakkale'ye ilk gelişleriydi bu arada. Güzel bir sahne performansları var ki ben severim böyle grupları.

En sevdiğim şarkılarından Nefes Bile Almadan;

Kelebek kadar ömrümüz var
Sevmek lazım, hemen başlayalım
Kaybedecek daha neyimiz var
Aşk için ne gerekiyorsa hepsi bende var
Nefes bile almadan seviyorum seni
Sarmaşıklar gibi sardın kalbimi
Değiştirdin kanımı koydun zehrini
Örümcek gibi ördün zihnimi
Düşündükçe daha çok isterim seni
Nefes bile almadan seviyorum seni
İçimde dolaşan alkol gibi
Sana gitgide sarhoş oluyorum
Ruhumu kaybetmiş gibi
Sadece senin için yaşıyorum
Nefes bile almadan seviyorum seni

Perşembe, Aralık 10, 2009

Böyle olunca böyle işte..


  • Yağmur yağıyor. Sabah işe gelirken fena ıslandım ama güzeldi, özlemişim. Kulağımda da Fe abimiz vardı; "Yağmuru sapladın içime. Tam kurumuş ölüyorken..."
  • Garip garip rüyalar görüyorum son zamanlar. Misal, ailemle birlikte İstanbuldaymışız ve geri dönmek için planlar yapıyoruz. Diyorum ki işte şu şu saatte var otobüs, hangisine binelim falan derken gece 01:00 otobüsü'ne alıyorum biletleri bizzat, Çanakkale'ye dönücez. Fakat, ben otobüsü kaçırıyorum, başka bir otobüse binmişim ve Çanakkale'nin tersi bir istikamet'e gidiyor, kaptan'a dur diyorum durmuyor. Çıldırmak üzereyken uyanıyorum, uyanmasam nereye gidecektim acep?
  • Çanakkale demişken; beni boğmaya başladı yine bu küçük şehir. Boğaz ve kayalıklar da rahatlatmıyor artık. Bir uzaklaşmak mı lazım acaba? 
  • Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar'ını okuyorum, bitti bitecek. Garip bir kitap, bazen saçma geliyor bazen de düşündürüyor. Şems-i Tebrizi cinayetini konu alıyor. Mevlana'yı, vaaz vermekten, namaz kılmaktan vazgeçirip şiir'e başlamaına sebep olan biri, Şems-i Tebrizi.Neyse, canımı sıkan mevzu var kitapla ilgili bilmiyorum bu konudaki sıkıntımızı dile getirebileceğimiz bir yer var mıdır? Çok fazla yazım hatası var kitapta, öyle böyle değil. Hata olacaktır elbet fakat bu kadar çok ve cümlenin anlamını baştan sona değiştiren hatalar mevcut, heves kırıcı bir durum şüphesiz ki.
  • Dün bir belgesel için röportaj teklifi aldım bu arada, kabul ettim hemen. 18 Mart Üniversitesi Sinema-TV'den bir öğrenci, belgesel ödevi için konu olarak "Uzaktan Aşk"ı seçmiş. Yani, Beşiktaş'a gönül vermiş birinin bu aşk'ı Beşiktaş'tan uzakta yaşamasını irdeleyecek. Seninle de konuşmak isterim bu konuda dedi, seve seve dedim. Beşiktaş'ın bir fanatizm değil, realizm olduğu, hayat biçimi olduğu konusu üzerine söyleyecek çok sözüm var elbette. Aslolan hayattır; Hayat da Beşiktaş! 
  • Dün bir amca ile tanıştım, kendisi İzmirli eski bir gazinocu ve ses sanatçısı. Öyle ki, Mahsun Kırmızıgül'ü, Mine Koşan'ı, Hakkı Bulut'u falan piyasaya ilk çıkartan isimmiş. Bir kaç fotoğraf gösterdi eskilerden, Mahsun'un çocukluk halleri. Ailesinden izinle İzmir'e getirmiş bir ses yarışmasına falan filan. Amcamız şu an kanser hastası. Yetiştirdiği isimler için diyor ki; "Şimdi onlar yüklendiler iyice, kazandılar paraları. Ben bir çay parasına muhtaç iken..."
  • Neden iyi olmak batıyor insanlara da yadırgıyorlar bu durumu?
  • Cuma akşamı, yani yarın akşam Redd'in programı var Mask Bar'da. Gideceğiz nasipse...
  • Cem Adrian'ın biletleri de cebimizde, 22 Aralık'ta.
  • Ellerim sessiz, soğuk ve suskun. Öyle dururken...

Çarşamba, Aralık 09, 2009

Özlem..



Sevgi, özleminin 'kaynağı' değil, 
özlem, sevginin ölçüsüdür.
Sevdiğini bilmen, 
özleyebilmendir.
Ancak özlediğini bildiğin, sevebildiğindir,
sevdiğindir.
Özlem, sevgi değil; 
sevgi, özlemdir.

ve

Özlem, dilektir;
- Lütfen bu gece üşümesin.
- Lütfen bu gece acılanmasın.
- Lütfen bu gece rahat uyusun.

Oruç Aruoba'nın Uzak isimli kitabının Özlem Çekene Kılavuz bölümünden..

Salı, Kasım 24, 2009

Hastalık Dardy'i çok sevdi

Kurtulamadım gittim bu sonbahar hastalıklardan. Cumartesi günü İstanbuldaydım maç için. Muhtemelen bu hava değişimi çarptı. Pazar günü de arkadaşımla gezerken biraz üşüttüm, soğuk yedim. Sonuç; boğazlar şiş, ateş ve halsizlik. Domuz gribi şüphesi de akıllarda tabi.

İki akşamdır saat 22:00 civarı uyuyorum, ne bilgisayar ne tv hiç bir şeyle uğraşasım yok. Şu an iş yerindeyim ama arka odada uzanıyorum, maksat iş yerini boş bırakmamak yoksa evde olmalıyım. Parmaklarım acıyor yazamıyorum ama nedense bir çok şey yazasım, anlatasım var. Telefonum bir sürü taslak mesajla doldu (:

Dikkat edin kendinize, hastalanmayın benim gibi (:

Cuma, Kasım 20, 2009

Yollar var yollar uzun

Vakit geldi yine.
Sıcak yatak yerine soğuk otobüs koltuğu, yumuşak yastık yerine damalı atkı.
"En kötü gün bugün ise, bugün de Beşiktaş!" diyerek çıkıyoruz yola ama dilimizden düşmeyecek; Yönetim İstifa!

Yollar var yollar uzun
Hüzündür sonu hüzün
Mutluluk var belki de 
Bilinmez yollar uzun

Çarşamba, Kasım 18, 2009

Çocukluğuma

sen,
bir gün yine çıkacaksan karşıma
haber ver,ne olur.
en güzel elbiselerimi giyip-tertemiz-
seni bekleyeyim.

beni hatırla ve inandır
yaşamın güzel olduğuna.

* fd'nin üniversite'de arkadaşları ile çıkartmış olduğu ilk rüzgar isimli şiir kitabı'ndan..

Pazartesi, Kasım 16, 2009

Başlıksız

  • Hapşu!
  • Sinema'ya gidecektik Pazar günü ama saatler uymadı. Bize uygun olan saatte seans yokmuş Kıskanmak filmine. Çok saçma bir seans ayarlaması yapmış Çanakkale AFM, dilek&şikayet kutusuna yazdık şikayetlerimizi. Geri dönüş yapıyorlar her seferinde bu iyi bir çalışma ama şikayet ettirmek zorunda bırakmasalar daha güzel olacak.
  • Ekim'in ortalarından itibaren bir liste yapmıştım vizyona girecek filmler için, hepsine gidecektim. Ama şu ana kadar Çağan Irmak'ın Karanlıktakiler hariç hiçbirine gidemedim. Bazısı Çanakkale'de vizyona girmedi bazısına da biz gidemedik uygun tarih ayarlayıp. Kader...
  • Ney almıştım ben iki üç hafta önce. Aldığımdan beri de ses çıkartabilmek için çalışıyorum mamafih henüz bir ses çıkartabilmiş değilim. Yılan gibi tıss..lamaktan başka bir şey yapmıyor alet ya da ben yaptıramıyorum. Kursuna gidecek vaktim yok ne yazıkki. Derdim de çalmak değil, bir ses çıkartayım asacam duvara vallahi...
  • Havalar soğudu ya artık, benden mutlusu yok bu konuda. Damalı atkım var bi, 2003'te 100. Yılımız anısına aldığım. Sırf onu boynuma dolamak için dört gözle bekledim sonbahar'ı kış'ı. Şükür kavuşturana!
  • Bir de benim ufak çapta bir atkı koleksiyonum var. 30 civarı falan çeşit çeşit Beşiktaş atkılarım. 3-5 tane falan da farklı takımların var. Anneme göre bunlar benim çeyizlerim. Özenerek, sandıkta sakladığım için böyle diyor tabi. Bir arkadaşım da "sen ölürsen atkıları bana bırak tamam mı?" diyor. Diyorum yok, hepsini tek tek mezarımın başına bağlayın. Atkılı Dardy türbesi olsun :P
  • Feridun Düzağaç, Cem Adrian, Düş Sokağı Sakinleri, Gündoğarken, Kesmeşeker, Sezen Aksu, Yeni Türkü, Kitaro ve Loreena McKennitt...Ben dinlemeye bıkmadım sizi, bıkmam da. Eksik olmayın...
  • Cem Adrian. 22 Aralık 2009, Çanakkale Hayal Kahvesi'nde. Mekan küçük, biletler sınırlı. Çıkmasını bekliyoruz, çıkar çıkmaz alıyoruz ve bu konsere gidiyoruz!
  • İsmail YK, Facebook diye şarkı yapmış. Listemden bir kaç arkadaşta paylaşmış videosunu ama dinlemedim. Tahmin edebiliyorum az çok...Facebook hesabımı dondursam mı diye bir düşünmedim değil.
  • Yazının en başındaki gibi, sürekli bir hapşurma eylemi içerisindeyim. Halsizlik, yüksek olmasa da orta derece ateş var aynı zamanda. Hastayım yani...
  •  Son olarakta Dar Alanda Kısa Paslaşmalar'dan Torba Suat'ın can alıcı repliği;

Cuma, Kasım 13, 2009

..ve Dardy hastanede (:

Seneleeer seneler sonra bugün, bu çocuk hastane'ye gitti muayene olmak için (: Hastaneleri sevmem. Ortamı, kokusu vs. bunaltır beni. 4-5 senedir adımımı atmadım, türlü rahatsızlıklarım olsa da gitmedim muayene olmaya ama artık çocukluk yapmanın zamanı değil, sağlık elden gidiyor diye düşünmeye başlayınca soluğu hastanede aldım.

Gözlerim için gittim bugün. Uzağı görmekte sıkıntım var. Bir de son zamanlarda ağrı da başlamıştı. Doktor Hanım'ın verdiği kağıttan anladığım kadarıyla iki gözümde 1.25'miş. İyi midir kötü müdür bilmiyorum, yarın öğrenicez. Öyle sanıyorum ki, dört göz olacağım (:

Perşembe, Kasım 12, 2009

Satır arası

"İnsan, hakkında kafa yormadığı, kaygılanmadığı, çözümlemeye çalışmadığı birini niye sevsin, ona niye değer versin? Sevmek bir anlamda sende olmayana ulaşmak, bunun için çabalamak değil midir? senden farklı olmayan birine niye ulaşmaya çalışasın ki?"

(ahmet ümit, bab-ı esrar, sayfa 50)

Perşembe, Kasım 05, 2009

Sevmedim seni Perşembe!

Ne berbat bir akşam ama..

Hiç bir şey yapasım yok. Yapmaya çalıştıklarımı da yarım bıraktım, sıkıldım. Bu akşam sinemaya gidecektim fakat birlikte gitmeye sözleştiğimiz arkadaş yine gelemedi. Nefes filmine gidecektik, burada vizyona girdiğinde sözleşmiştik ama her hafta bir şekilde aksilik çıktı, gidemedik. Bugün burada vizyondaki son günüydü, neredeyse iki senedir beklediğim Nefes filmini izleyemedim yani. Canımı sıktı bu durum biraz ama sağlık olsun deyip geçmek lazım.

Bu akşamki tüm planlarım sinemaya gitmek üzerine olunca ve bu da olmayınca, eve gelince ne yapacağımı bilemedim tabi. Biraz müzik dinledim...Teo, FD ve Düş Sokağı Sakinleri. Az birazda Kesmeşeker. Sonra film (Güneşi gördüm)izleyeyim dedim, daha film başlamadan vazgeçtim. Saçmasapan bir akşam yahu!

Abdal'a malum olur.

Pazartesi gecesi gördüğüm bir rüyayı Salı sabahı Facebook'a şu şekilde not ettim;

rüyamda cska, manu'yu 3-2 yeniyordu. son dakikalar oynanırken maçta rüya bitti. manu maçı çevirmiş midir ki?


Salı akşamı bizim maçı izledim. Mağlubiyetin moral bozukluğu ile bir süre ekrana takılı kaldım, kalkmadım yerimden. Şampiyonlar Ligi'nde gecenin skorları alt yazı geçiyor;



Aynı rüyamdaki gibi. Son dakikalara 2-3 önde giriyor CSKA ve 90+2'de attığı golle 1 puanı kurtarıyor ManU. Bileydim iddaa'da skor oynardım :P Ya da Allah korusun bizim maçın skorunu böyle görseydim ölürdüm bütün gün kahrımdan.

Bundan önce 2002 Dünya Kupası'nda 1-0 yenildiğimiz Brezilya maçının skorunu da görmüştüm. Arada denk geliyor böyle..

Pazar, Kasım 01, 2009

fd

Hava soğuk, bünye nispeten üşüyor.
Eli ısıtıyor diye içmeye kıyılamayan sahlep de olmasa...
FD yankılanır odada, karanlıkta ya da karanlık odada.
"Tını"dan girer "Uykusuza Masallar" söyler, bu uykusuz'a o masallar iyi gider.
Yarın güzel olacak, uyuyalım yavaşça...

Çarşamba, Ekim 28, 2009

Her An Ölebilirim

Evet, o meşhur film şeridini görebilirim her an.

Sabah iş yerine gelip, her sabah yaptığım gibi çayı demlemek üzere demliği aldım, içinde su varmıştı. Döktüm suyu ve bir kez musluğun altına tutup çalkaladım. Sonrasında ise çayı demledim. İki fincan da içtim üstüne ama acı gerçeği öğrendim ki, demlikten su diye döktüğüm şey çamaşır suyuymuştu. Temizlensin diye akşamdan bırakmış kızlar, üzerine de not falan yazmamışlar tabi nerden bileyim ben! Koku falan da almadım içerken.

Ölür müyüm ki? :P

Salı, Ekim 13, 2009

Eksik olan ne?

Dışarıda yağmur ve sert bir rüzgar var..
Elimde bir fincan sahlep, en sıcağından..
Kulağımda da Feridun Düzağaç var..

Her şey keyifli ve güzel de, sanki yine de eksik bir şey var?

Pazartesi, Ekim 12, 2009

Aşk derken...


Hikaye güzel...
Hikaye'nin Ebru sanatı ile anlatımı da güzel..
Ama Müşfik Kenter hepsinden güzel (:

Cumartesi, Ekim 10, 2009

Onuncu ayın onuncu günü...



Onuncu ayın onuncu günü
Saat on buçukta yanmış mumum
Kırkbir yıl olmuş
İhtiyar bir çocuktur güzel ruhum
...

Doğum günün kutlu olsun güzel insan (:
Safinaz'ın Temel Reis'i sevdiği gibi seviyoruz seni, senin tabirinle..
Eksik olma kalbimizden, kulağımızdan ve tribünümüzden.

Salı, Ekim 06, 2009

Düğün ve Cenaze



Bir düğün bir cenaze..

Bilen bilir, 3-4 Ekim'de abim'in düğünü vardı. Nisan Mayıs'tan bu yana büyük bir telaşla hazırlanıldı. Zaman hızlı geçiyor tabi, düğün günü geldi çattı.

Bir kere şunu söylemek yanlış olmaz sanırım; baştan sona şanssızlıklarla dolu bir düğün oldu ama her şeye rağmen de yine çok güzel oldu. Düğünleri sevmem, gereksiz telaşe ve masraftır benim nazarımda ama gel gör ki sonuçta gelenek göreneklerden biri, yok sayamıyoruz. Düğün öncesi hazırlıklar beni son derece usandırdı, bıktırdı. Keza yengemin kardeşi de aynı dertten muzdarip, birbirimize veryansın eder olduk son zamanlarda.

Haftasonu yağış bekleniyordu Çanakkale'de ve bu bizi oldukça tedirgin etti. Kına gecesi açık alanda olacaktı çünkü, yağmur yağarsa tam bir rezalet olacaktı ama Cumartesi günü sabahtan yağan yağmur akşama dinmişti ve şükür ki kına gecesini gayet sağlıklı bir şekilde atlattık. Oyunumuzu oynadık, halayımızı çektik, kına yakıldı klasik "yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" türküsü eşliğinde ve kız tarafının bayanlarının gözleri yaşlı bir şekilde (: Eve döndüğümüzde çok yorgundum, attım kendimi yatağa hemen çünkü esas telaşe ertesi gündü. Gece uyuyamadım doğru düzgün, sabah da erken kalktım mecburen. Pazar günü sabah 08:00-17:00 saatleri arası tüm Çanakkale'de elektrik kesintisi vardı. Şans bu ya işte, en lazım olacağı sırada elektrik yok! Önceden biliyorduk bunu, jeneratör bulduk ettik falan. Düğün telaşının arasında bir de bunun için yorulduk. Mevlüd okunacak, elektrik lazım. Yaklaşık 15-20 tane kız var, kuaför ihtiyaçları var, elektrik lazım. Jeneratörlerle hallettik artık bir şekilde ama o stres, sıkıntı bitirdi beni.

Saat 15:30 gibi gelin alımı için kız evine gittik ve aldık geldik kızı (: Aldık almasına da, daha giderken yolda kötü haberi de aldık ne yazık ki. İki kuzenim düğün için bir hafta öncesinden gelmişti. Biri uzun zamandır düğünlere gelemiyordu, görüşemiyorduk. Hep konuştuk işte düğünde acısını çıkartıp oynayacağız eğleneceğiz falan filan...Bu iki kuzenimin ablaları da Pazar sabahı geldi, eniştem de akşamüstü gelecekmişti. Saros'a dalmaya gitmiş arkadaşıyla, fakat zaten sorunlu olan kalbi dalış anında tekleyince boğulmuş. Öğlen kuzenler ortadan kaybolmuştu, bize çarşı'da işimiz var geleceğiz dediler fakat hastanedelermişti. Gelin alımına giderken telefon ettiğimizde öğrendik fakat biz yaralı falan sanıyorduk, dayımlara falan çaktırmamaya çalıştık orada. Eve döndüğümüzde öğrendik durumu, ki hemen hemen herkes de o an öğrendi zaten. Akşam salonda düğün var ama kimse de tat tuz kalmadı açıkçası. Yine de maskelerimizi taktık ve gelen misafirlere adına yaraşır bir düğün yaşattık. Pek de fazla yazacak bir şey yok o yüzden...

Her ölüm erkendir ama çok zamansız oldu. Hayat böyle işte, 2 dk sonra ne olacağımız meçhul. Pazar gecesi buruk da olsa düğünümüzü yaptık, dün de cenazedeydik, neyin ne zaman ne olacağı belli değil. Allah mekanını cennet eylesin...

Bir de şunu gördüm, beni çok mutlu etti. Bizim sülale kalabalıktır ve çok düğün gördüm bugüne kadar ama ilk kez bu kadar çok yardım etmek isteyen, düğün sahibiymişcesine her işe koşturan ve destek veren bir kalabalık gördüm. Yakın-uzak akraba farketmeksizin üstelik...Düğünleri sevmem ama bu birlik ve beraberlik önemli.

Abime mutluluklar dileyeyim, neredeyse tüm misafirlerin söylediği gibi "darısı benim başıma" :P

Çarşamba, Eylül 23, 2009

A Moment to Remember




2004 Kore yapımı bir film. Bitli Limon'da Kore filmleri için yapılan tavsiye sonucu merak edip izledim aslında bu filmi ve pek de beğendim. Pek de etkiledi beni açıkçası. Bizim eski Türk filmlerimizdeki gibi fakir ama gururlu, bir o kadar da dediğim dedik kaba marangoz ustası bir yağız delikanlı (Cheol-soo). Bir de babası, bu delikanlının iş vereni olan zengin bir fabrikatör kızı (Su-jin). Kız, yeni ayrılık yaşamış, depresyonda iken filmin esasoğlanını görüyor aşık oluyor ve bir şekilde karşılaşıp tanışıyorlar sonra da aşkları büyüyor, evliliğe kadar gidiyor. Fakat kızımız Alzheimer hastası olduğunu öğreniyor ve filmin dokunaklı kısımları buradan sonra başlıyor. Daha fazla da anlatmayayım, tavsiye edeyim izleyin.

Filmden bir replikle bitireyim;

Cheol-soo'nun Su-jin'e ardarda sorduğu iki soru. Soru değil aslında ya neyse...

- Sadece insanları öldürmek veya bir şeyleri çalmak mı günahtır?
- Bu çocuğa yapılan da günah. Onun yaralarını kim iyileştirecek?

P.S: Kız çok güzel dimi? (:

Pazartesi, Eylül 21, 2009

Hayırlı Bayramlar

Bayram...Güzel tabi.
Öncelikle, Ramazan ayı'nda tuttuğumuz oruçların, ettiğimiz duaların kabul olması dileklerimle burayı okuyan okumayan herkesin Ramazan Bayramı mübarek olsun.

Düğün hazırlıkları bir yandan, çeşitli sıkıntılar bir yandan derken Ramazan ayı biraz katakulli'ye geldi bizde bu sene. Nasıl geçtiğini anlamadık bile ki bir bakmışız bayram gelmiş. Tabi bayram geldi gelmesine de bir söz vardır "bayram gelmiş neyime, gelse de şeyime gelmese de..." gibi, biraz öyle oldu bu bayram da. Malum, artık eski bayramlar da yok. Senelerdir birbirini tekrarlayan aynı senaryolar; Dayı ve teyze ziyaretleri, mezarlık ziyaretleri ve evde bekleyip gelen üç beş misafirin ağırlanması...Sohbetler de hep aynı elbet. Şükür ki bu bayram bir düğün muhabbeti var da konu oraya kayıyor bir farklılık oluyor bizim için.

Evet, bayramları sevmiyorum. Bu bayramı hiç sevmedim özellikle. Ekim'in başındaki düğünü de atlatıp bir an önce kaçıp gitmek istiyorum artık, çok bunaldım ve belki daha çok bunalacağımı bilsem de 15 ay askerlik yapmayı bile göze aldım ki saldım bir çok şeyi. Evdekiler köye akraba ziyaretine gitti, abim yengemle akraba ziyaretine çıktı, evde kalmak istedim ben. Çok yakın akrabaları ziyaret ettim nasılsa dün, daha fazla insan görecek durumum yok, çekemicem kimseyi (:

Tekrardan, okuyan okumayan herkese hayırlı bayramlar, her şey gönlünüzce olsun sevdiklerinizle beraber daha nice mutlu mesut bayramlara..

Perşembe, Eylül 17, 2009

1 Kız 1 Erkek



Genelde öğrencilerin takıldığı bir cafede başlıyor serüven. Genç ve kendi halinde bir erkek, cafe'nin sıkı müdavimlerinden. Kendi mekanı gibi adeta... Öyle ki kendisine ait bir panosu var cafe'nin duvarında, mantar pano. Muhtelif yerlerde okuduğu ve beğendiği şiirleri, anlamlı sözleri bu panoya itinayla iğnelerdi. Cafe'ye gelen giden okusun diye...Evet okunuyordu, beğeniliyordu hatta severek takip edenler bile vardı. Sevgililer birbirlerine şiir armağan ederdi bu panodan...Kimisi platonik aşkına açılmak için bir şiir seçerdi, kimisi de ayrıldığı sevgilisinin ardından ağlamaklı olurdu okuduğu bir şiirin üzerine...Herkes kendine ait bir şeyler bulurdu bu panoda, bu yüzden de çok sevilirdi ya..

Günlerden bir gün, yine şiir asmak için panoya geldi erkek. Bir şiir çarptı gözüne, farklıydı. Kendi notu değildi bu şiir. Şaşırdı ama pek üzerinde durmadı. Cafedekilerden biri eklemiştir diye düşündü ki öyleydi de. Fakat ertesi gün bir şiir daha gördü kendine ait olmayan ve bu şiirler her gün bir fazlalaştı. Bu şiirlerin, kendi şiirlerine bir cevap olabilecek nitelikte oluşu dikkatini çekti, şaşkınlığı daha da arttı. Kimdi bu şiirleri panoya asan? Cafedeki bir kaç arkadaşına sordu ama görmemişti kimse, fark etmediler belki de...Ertesi sabah erkenden geldi cafeye ve kuytu bir köşeye oturdu, beklemeye başladı. Uzunca bir süre de bekledi...Artık ümidini kesmek üzereyken kısa boylu, düz ve uzun saçlı beyaz tenli güzel bir kızın panoya yaklaştığını gördü. Kız, çantasından çıkardığı küçük not kağıdını panoya iğneledi ve okuluna gitmek üzere cafeyi terketti. Erkek heyecanla panoya koştu ve şiiri okudu. Yüzünde bir tebessüm belirdi, kalp atışları hızlandı. Panoya astığı bir şiirin devamı gibiydi sanki, umut dolu, sevgi dolu...Kendisi de bir şiir iğneleyip cevap beklemeye başladı. Yaklaşık bir ay kadar bu şekilde şiirleşti erkekle kız, pano doldukça yeni bir pano eklendi duvara. Şiiri asan cevabını bekliyordu, sırayı bozmak da yoktu; bir erkek bir kız...

Bir ay sonra erkek, şiir yerine bir saat yazdı küçük not kağıdına; "20:00'da pano önünde.." diye. Şiirlerine cevap veren bu kızı tanımak istiyordu artık. Kız da sevindi bu tanışma isteğine, "neden olmasın" dercesine oradaydı, panonun önünde. Kısa bir süre bakışakaldılar göz göze, sonra el sıkışıp merhabalaştıktan sonra bir masaya oturdular. Heyecandan konuşamıyorlardı pek ama klasik tanışma sırasında olabilecek diyaloglarla rahatlatıyorlardı kendilerini. Kız fazla kalamayacaktı, erken ayrılmak zorundaydı. Telefon numaralarını aldılar birbirlerinin zira artık bir şekilde iletişim halinde olmaları gerektiğini düşünüyordu her ikisi de...Okullar tatile gireceğinden ötürü her ikisi de memleketlerinde olacaklardı.

Aradan zaman geçti, bazen e-mail ile çoğu zaman sms ile kaynaştı kız ve erkek. Gün içerisinde çokça kez mesajlaşarak birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı belki de. Kız soruyordu erkek hakkında merak ettiğini, bilmek istediğini ve erkek cevaplıyordu ya da tam tersi. Yalan yoktu, dürüsttü ikisi de ve olabildiğince samimi...Şiirleşmeler telefon aracılığı ile de devam ediyor, son derece mutlu vakit geçiriyorlardı. Her ikisinin de geçmişten kalma yaraları ve binbir türlü dertleri vardı fakat bu mutlu ve umutlu tablo derdi kederi süpürür cinstendi. Erkek heyecanlıydı, bir mucize gibi görüyordu kızın gelişini. Kız ise temkinli, yarası daha tazeydi onun ve üstelik kanıyordu sık sık. Acısa da unutmak istiyordu yarayı, erkekten aldığı enerji ve huzur ile üflüyordu yaraya belki geçer umuduyla...Zaman hızlı geçiyor ve kendilerini bir anda ilişkide buluyorlardı. "Can"ları oluyorlardı birbirlerinin...Kız sık sık "Ne düşünüyorsun?" diye soruyordu erkeğe, erkeğin cevabı belli; "Seni!" Cevap olsun diye değil, gerçekten kızı düşündüğü için...Zaten kız uyarıyor, "bu soruya alış, yanında olsam her an sorabilirim bu soruyu ama hiiç diye bir cevap kabul etmem bilesin"

Gel zaman git zaman daha da kenetleniyorlar birbirlerine, büyütüyorlar sevgilerini lakin kızın geçmişten kalma yarası kanamaya devam ediyor, bir takım baskı görüyor çevresinden. "Korkuyorum ama yılmayacağım" diyor erkeğe, erkek de güven vermeye çalışıyor kıza. Erkek umutlu, inanıyor kıza, biliyor ki mutluluk o'nda...Öyle ki, kızın bir daha asla aşık olamayacağını da biliyor, "aşk çok da önemli değil" diyor, devam ediyordu.

Okullar açılıyor ve uzun zaman sonra ilk görüşme anı! Müthiş bir heyecanla kucaklaşıyorlar fakat lâl kesiliyor ikisi de, gün boyu sessiz bir şekilde bakışıyorlar, gülüşüyorlar, şaşırıyorlar "nereden nereye" diyerek...Kitapçı'ya uğruyorlar, raflarda dikkatlerini çeken kitapların herhangi bir sayfasından güzel bir söz ya da şiir armağan ediyorlardı birbirlerine.

Erkek;
"her gün bir yerden göçmek ne iyi,
bulanmadan donmadan akmak ne hoş ...
dünle beraber gitti cancağazım ne varsa düne ait,
şimdi yeni şeyler söylemek lazım"

Kız;
"Alfabede seni tanımlayacak kelime bulamıyorum,

Kifayetsiz kalıyor cümleler, yeni bir dil keşfediyorum"

...ve daha niceleri.

Bu mutluluk, huzur geleceğe ait hayalleri de yanında getiriyor elbette. Kız her ne kadar "çok fazla geleceği düşünmemek" lazım dese de erkek "bunu yaparız, şuraya gideriz vs." şeklinde türlü türlü hayaller kuruyor kendi kafasında. Geçmişi düşünmeyi sevmiyor çünkü fakat kız ise tam tersi, kopamıyor geçmişinden...Kızın kafasının karışıklığı ilişkiye etki etmeye başlıyor artık, gitgide sessizleşiyor kız. Geçmişi rahat bırakmıyor onu, baskılar artıyor, kız daha da bunalıyor. Erkeği de çok seviyor, çok sevdiği için de üzülmesinden korkuyor. İleride daha da kötüye gideceğini düşünüp bir şekilde uzaklaşmak istiyor erkekten...Erkek şaşkın, aradaki soğukluğun sebebini anlamaya çalışıyor ama bir sebep bulamıyor. Soruyor, cevap alamıyor. Derken kız patlıyor, "artık olmuyor" diyor. "Olmayan ne?" diye soruyor erkek, "ben ve karışıklığım, seni bunların içinde sokamam, hakkım yok" diyor kız. Erkek kızıyor, "ben bir çok şeyi, bana aşık olmamanı bile göze almışken, neden, ne yaptım ben?" diye soruyor ısrarla ama cevap aynı...Tüm hayatı alt üst oluyor adeta erkeğin, yaptığı planlar, kurduğu hayaller bir bir yok oluyor. Ağlıyor erkek, çaresizliğine...Daha önce de yaşamıştı ayrılık ama yıkılmamıştı bu kadar. Kız, ilişkilerinin boyutunu "başlangıç" olarak tanımlasa da erkek bağlanmıştı çoktan. Kızın sevgisine, samimiyetine ve o tertemiz yüreğine...

Erkek perişan, bitkin ve hiç olmadığı kadar sessiz..Şiirlerde, şarkılarda kızı buluyor mutlak, gözleri doluyor..."Yazık ettin!" diyor yarım ağızla, içten içe ağlıyor...

Bir erkek çok seviyor ama bir kız gidiyor...

Pazar, Eylül 13, 2009

Uzak Bir Gölge




Sevişirken soğuk,uzak bir mevsim
Aramıza sızdı sevgilim..

İnciniyor,inciniyor bir şeyler

Aramızda sanki sevgilim..
Uzak bir gölge düşmüş üstüme

Yetişemem artık ben sana..

Acıyla ve tutkuyla bakıyorsun gözlerime

Kayıp bir çocuk gibi bakıyorsun gözlerime

Susalım sular gibi suskun,karışalım geçmişe

Bizi bize verse sessizlik..

Unutuyor ellerini ellerim

Unutuyor beni yüreğin..

Siliniyor,siliniyor sevgimiz

Yaşanmamış gibi sevgilim..

Buz kesmiş iki ırmak kavuşamaz birbirine

Yabancı iki yalnız sığınamaz birbirine

Elveda yorgun heyecanım,ıssızlığım elveda

Seni yolcu ediyorum hayata...

..diye mırıldandı kadın, uzaktan.
adam çaresiz, sessiz ve anlamlandıramamaların tam ortasında, bitkin.
"mahvettin sen beni.." dedi adam,
sorguladı kadın, "ne demek şimdi bu?"
adam sustu, "bir şey demek değil, içimden geçti öyle."
sustu kadın.
bir daha hiç konuşmamak üzere sustu.
"al yalnızlığını gel, sıkılmayız. senin yalnızlığın, benim yalnızlığımla konuşur. biz ikimiz susarız.." demişti kadın, güzel günler öncesinde.
kadın sustu, yalnızlığını da susturdu!
adam karanlıkta, dilinde bir şarkı;
"ölümse korktun savaşsa hep kaçtın
vur kendini korkulardan hadi al
sen bir suydun sen bir ilaçtın
hoşçakal canımın içi, hoşçakal"

Cuma, Eylül 04, 2009

Hintli ve Akrep

BiGaripWomen paylaşmış, çok güzel çok beğendim ve müsadesiyle burada paylaşıyorum bende.

--Hintli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışan bir akrep görür. Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır ama akrep onu sokar. Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır ama akrep onu tekrar sokar. Yakınlardaki başka birisi ona, onu sürekli sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler.

Ama Hintli adam şöyle der:"Sokmak akrebin doğasında vardır. Benim doğamda ise sevmek var. Neden sokmak akrebin doğasinda var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?" Sevmekten vazgeçmeyin. İyiliğinizden vazgeçmeyin. Etrafınızdaki insanlar sizi soksalar da!--

Perşembe, Eylül 03, 2009

Onu yapmayacaktın işte Jamal!

Slumdog Millionaire'yi izlemiştim geçen gece. Güzel filmdi, hoş filmdi eyvallah şimdi burada filmle ilgili eleştiri falan yapmayacağım ama tek bir sitemim var, demeden geçemeyeceğim. Filmi izleyenler fotoğraftaki sahneyi hatırlarlar. Esasoğlan Jamal, hacetini gideriyor gayet cool bir şekilde ve bir helikopter sesi duyuyor. Dışarıdan gelen seslerden anlıyor ki, hayranı olduğu ünlü bir şarkıcı geliyor. (ismini hatırlayamadım, bizim Tarkan gibi bir şey işte :P) Yanında taşıdığı fotoğrafı çıkarıp imza almaya gidecek ama kardeşi Salim üzerinden kilitliyor bunu, çıkamıyor haliyle. Ve işte benim bittiğim an! Bir elindeki fotoğrafa bakıyor bir de az evvel hacetini giderdiği deliğe...Tabi ben anladım ne yapacağını, Rıdvan Dilmenvari "yapma Jamal, yapmaa" diye bağırıyorum... Burnunu tıkıyor ve cumburlop dalıyor deliğe, dışarıda ise boydan boya b.k'a bulanmış bir şekilde çıktığını görüyorum ki, bir ekrana bakıyorum bir elimdeki doritoslara...Midem kalktı yahu, yiyemedim. Ve ben, bir şey atıştırmadan izlediğim filmden de bir şey anlamam :D

Hatırladım yine kötü oldum, o sahne olmayaydı negzel olurdu değil mi? Aslında bir yandan da sosyal mesaj veriyor o sahne, "insan, sevdikleri uğruna neler yapar?" sorusunun cevabı gibi ama yerim öyle sevgiyi, olmaz olsun :P

Cumartesi, Ağustos 29, 2009

İclal Aydın - Seni Seviyordum



Bu kadın biliyo bu işi ve ben seviyorum bu kadını, o gamzeli yanaklarından mıncırasım var :D

Perşembe, Ağustos 27, 2009

...

Perşembe, Ağustos 20, 2009

Mutlu olmak için telkinler

Google'da mutlu olmak için telkinler diye arama yaparak bloguma ulaşan Balıkesirli arkadaş, üzülerek belirtiyorum ki yanlış yerdesin (: Yok yani, kelin ilacı olsa kendi başına sürer derler ya aynen öyle...Dün gelmiştin ilk, bugün de geldin...Mutlu olacam diye daha da bunalıma girersin mazallah :P Kaldı ki mutluluk denen meret tam bir misafirdir. Kalmaz öyle uzun uzadı, gelir, misafirliğini bilir ve çok kalmadan basar gider. Bakar kalırsın arkasından, "oturaydın, daha karpız keseceeedik" dersin ama çoktan gitmiştir o. Arama fazla, telkinle falan olacak iş değil...Günü gelince o bulur seni (:

Cuma, Ağustos 14, 2009

Şehrin Azizleri - Evlatların Uçurum Kenarında



bir uçurum kenarında asılı durmaktayım
yapmam gerekenin imkansızlığında
yapmamam gerekenin sınırlarındayım
kelimeler kifayetsiz dudaklarımda
kelimeler kifayetsiz dudaklarımda

ölmek için mi geldim tanrım
sen ağlıyor musun ben ağlayınca?
mutlusundur umarım evlatların uçurum kenarında
evlatların uçurum kenarında...

bir uçurum kenarında asılı durmaktayım
kollarımda ki yük giderek ağırlaşmakta
ve hala hayatın sesini duymaktayım
dünlerim yarınlarım avuçlarımda
dünlerim yarınlarım avuçlarımda

ölmek için mi geldim tanrım
sen ağlıyor musun ben ağlayınca?
mutlusundur umarım evlatların uçurum kenarında
evlatların uçurum kenarında...

bir uçurum kenarında asılı durmaktayım
dünya yok artık ayaklarımın altında
ve bu yüksekliği azami bulmaktayım
ruhum kaybetmeye hazırlanmakta
ruhum kaybetmeye hazırlanmakta

ölmek için mi geldim tanrım
sen ağlıyor musun ben ağlayınca?
mutlusundur umarım evlatların uçurum kenarında
evlatların uçurum kenarında...

bir uçurum kenarında asılı durmaktayım
günahlarımda gereksiz sevaplarımda
ve bu cezayı çok ağır bulmaktayım
aklım olanlara sebep aramakta
aklım olanlara sebep aramakta

ölmek için mi geldim tanrım
sen ağlıyor musun ben ağlayınca?
mutlusundur umarım evlatların uçurum kenarında
evlatların uçurum kenarında...

kendini yok etmek yasak
şikayet etmek yasak
cehennem bu dünyadaymış
evlatlarına yaptığına bak

Şehrin Azizleri

Perşembe, Ağustos 13, 2009

Karışık olsun bu da..

Bir yazı girişi için çok alakasız bir giriş olacak ama geçenlerde bir muhabbet arasında duydum, Erol Evgin'in saçları perukmuş. O yüzden senelerdir aynı biçimde, hiç bozulmadan duruyormuş. Şaşırdım, inanmadım hatta ama ne bileyim, olur mu olur. Vay be...

Film izleyemiyordum uzun zamandır çünkü bilgisayarımdan ses çıkmıyor. Tabi fanların uğultusunu saymazsak. Ses sistemimde sorun var, servise götürmeye de üşeniyorum açıkçası. Film izlemek istemesem pek de sorun değil ama işte TV'de de film izlemeyi sevmiyorum ne yazıkki. Neyse, epeydir izlemek isteyip de ertelediğim Avustralya filmini, Pazar günü TV'de de olsa izlemeye niyetlendim. Filmin 3 saat sürdüğünü bildiğim için sürekli erteledim, boş bir zamanda rahat rahat izlerim diye. Pazar günü boş bir zamandı, oturdum izleyeyim dedim ama keyfim yoktu ve film de bitmek bilmeyince yarıda bıraktım. Bir yarım saatlik moladan sonra tekrar devam ettim ama sonra yine yarıda bıraktım. Bir daha da oturmadım başına, bir ara tamamlarım artık. Film çok güzel ama ne diye 3 saat yaparlar anlamam. Sonbahar'ı izlemek istiyorum şimdi ilk uygun zamanda.

Cumartesi sabahı İstanbul'a gidiyorum. Pek muhterem ağabeyim'in düğün davetiyelerini teslim alacağım. Bu vesileyle Tophane'deki forum buluşmamıza da katılacağım. İlginç bir buluşma olacağını seziyorum ama hayırlısı bakalım. Garip bir heyecan var üzerimde...Neyse, forumdan iki arkadaş ile akşam Çanakkale'de görüştük, oturduk muhabbet ettik. Bu arkadaşlardan biri ile beraber gideceğiz zaten İstanbul'a, aldık biletlerimizi de. Umarım güzel geçer bu İstanbul gezim...

Geçenlerde caramelia'nın blogunda, dedesinin vefatını konu aldığı yazısını okuduktan sonra 3 sene önceki dedemin vefatı düştü aklıma. Yaşı ve hastalığından ötürü yatalaktı. Amcamlarda, halamlarda ve bizde kalıyordu sırayla, bir şekilde bakım ihtiyacı gideriliyordu. 2006'nın Eylül başı gibi bize geldi işte, bizde kalacaktı. Dedem geldikten bir hafta sonra ben Adana'ya bir dostumu ziyarete gittim, bir hafta kaldım orada. Fakat biliyordum ki, dedemin artık son zamanları. Bunu herkes biliyordu. Adana'ya giderken de öyle, bir telefon gelir endişesiyle gittim. Bir haber gelmedi şükür, geri döndüğüm hafta Ramazan Ayı başlamıştı. Huyumdur, sahurdan sonra uyumam ben. Adana'dan getirdiğim filmleri izledim bir kaç sabah. Yine bir sahurdan sonra Patch Adams'ı izledim. Filmi izleyenler bilir, bir sahnesinde hastanedeki yaşlılara dans ettiriyor adeta, eğlendiriyor falan...Aklıma yan odada yatan dedem geldi o sahnede ve yanına gittim, elini tuttum, "bir şey ister misin dede?" diye sordum. Bakışları çok donuktu, çok boştu ve çok korkutucuydu. Uzun bir müddet elimi sıktı ve "su" dedi belli belirsiz. Suyunu içirdikten sonra ayrıldım yanından, sabah işe gittim. Ama resmen bir kulağım telefonda, bekliyorum. Biliyorum ki o telefon çalacak ve kötü haber verilecek. Öğlen ağbim aradı, verdi haberi. "Hmm...Tamam." oldu cevabım sadece. Diyemedim bir şey...Öleceğini bildiğim halde öyle bir acı geldi ki o haber. Cenazesine gittim, 10 dk'da toprağa verildi ve gitti. Bu kadar kolay işte...Allah kimseye yaşatmasın diyeceğim ama er geç hepimiz yaşayacağız bunu, Allah sabır versin herkese...Ölmüşlerimizin de ruhları şad olsun bu vesileyle.

Ölüm gibi bir gerçeğin üzerine de daha bir şey yazılmaz (:

Yarımlana yarımlana bir bütün olabilirim belki bir gün...

Pazartesi, Ağustos 10, 2009

Ben de olayım o kayada..


Şu kaya'nın üzerine oturup ıslık çalasım var. Bulutların güneşi saklaması ama güneşin, ışığını yaymakta ki ısrarı ve denizin uçsuz bucaksız görüntüsü...Üstelik her ne kadar korkutucu görünseler de kıyıya vuran dalgalar da var. Islık çalmayı severim ben. İyi de çalarım kendi nazarımda...Aslında üflemesini bilsem, Ney çalmak isterim bu fotoğrafta...Geçenlerde dinlediğim ve hala daha tınısı kulaklarımda olan "Gel gör beni beni"yi üflemek, dalgalara karşı..."İşte huzur.." dedirttirir insana...

Kayalıklar...Dalga sesi...Martılar...

Cumartesi, Temmuz 25, 2009

Olan Bir Özlem Bozukluğu

Canım dostumun yazmış olduğu bir yazı...Kimi zaman en güzel, en umutlu cümleler de çıkar kaleminden kimi zaman da işte böyle ağlatır adamı (:


En güzel olamayan oldu ikimiz arasında. Hiç kimseye yakışamayan bu “olamamışlık” üzerimizde eğreti bile durmadı üstelik… Ölçülerimize göre dikilen bir elbise gibiydi ve hiç sorgusuz geçirdik üzerimize… En “bir olunması gereken zaman”da ayrıldı yollar… Usulca adım adım uzaklaştık… Sen, sana bile yabancı gelen bir şehirde, sen olma çabası verirken… Ben burada, ben halimle, bir hal çare arıyordum biz olabilmek için… Şimdiki halimize bakacak olursak başaramadığım kesin! Peki, sen! Sen olabildin mi orda? Hiç değilse birimiz başarmalıydı! Bu ben değilsem, sen olmalıydın! “Başaramadım!” dediğin gün ne umut kalmıştı bir nebze çaba uğruna, ne inanç sonuna kadar “Bu böyle olacak!” diye düşlediğimiz duygularımız adına… Ben hep burada olacaktım, her ne olursa olsun ben bendim ve sende “ben” olarak kalacaktım… Yazdığın fakat bana ulaştıramadığın mektuplarda dediğin gibi, yazarken hayatının en acıklı hikâyesini, arka odanın kapısında hayalim belirecek, bluzumun askısı düşecekti omzumdan ve ben uzaklardan bunu hissetmenin verdiği gariplikle ürperecek lakin anlayacaktım… Sen beni yazıyor olacaktın… Hayallerimiz zaman eklerinin birinde gizli biliyorum… Zaman ekleri… Nedense hep geçmişe dair… Olamadık, olduramadık, hayallerin boynu bükük, düşler sahipsiz dolanıyor bize ait olmayan düş bahçelerinde… Oysa o hayalleri, kurarken nasılda heyecan verirdi, sesimiz titrer anlatılmaz bir inançla “Olacak” derdik… “Olacak!” Bir şeyler oldu evet… Lakin olan şey ne seni ne beni mutlu etti… Sen hala sana ait olduğunu düşünmediğin şehirde kendini arıyorsun… Bense kendimi buldum, bulduğumla ne yapacağımı bilmiyorum… Biz sadece duruyoruz. Dünya dönüyor, yaşam içimizde deviniyor… Bir zaman sonra her ne olursa, vereceğimiz cevap basit : “Ben sadece duruyordum!” Cevabın verdiği rahatlık sesimize belki sözcüklerimize yansıyacaktı ama vicdanımız her gün sancıyla uyanacaktı ertesi güne… Yine de sesimizi çıkaramayacaktık… İkimizde aynı derece suçlu aynı derece mağdur, “Hayat!” diyecektik… Uzaktan uzağa hayaller kuracak, arada bir belki arayacağız birbirimizi… Özleme dair cümleler kurulmaya çalışılacak ancak yüklem, özneden alakasız yerlere konulup “Özlem Bozukluğu” yaratacaktık… Sanırım hayatın yarattığı anlam bozukluklarına dâhil olup özne eksiklikleriyle “özlem bozukluğu” olacaktık… Yıllarca süren olamamışlık olacak, o da bozuk olacaktı… Olacaktı ama… Kendine has… Kimsenin anlayamayacağı gibi… Özel bir dil gibi… Sadece “sen ve ben” den oluşan özneye kurulmuş cümle gibi… Sadece cümlelerde olduğumuz “biz” in anladığı gibi…

Gülçin ŞİMŞEK

http://www.birboluiki.net/bizden/olan-bir-ozlem-bozuklugu/denizin-delisi/

Pazartesi, Haziran 15, 2009

Yaşamının Anlamı


10.

Neler geçirmiş, neler çekmiş, nelerden, nerelerden geçmiş, sana gelene dek - bütün bunları da öğrenmen gerek: nasıl olmuş da, o belirsiz günden bu yana, hep gelişmiş, sana doğru: Nereden bilmiş, nasıl bilmiş - senin sen olduğunu; ve, kendisinin kendisi - o; çağırdığın ve beklediğin, olduğunu?
Nasıl? -Bilemeyeceksin; ama, eminsin bundan. Bilmiyorsun; ama, bu, kesin.
İşte, o ..

11.

Bak, işte, nasıl bir zorunlulukla gelmiş sana: nasıl gelişip, nasıl olgunlaşarak--
* * *
Senden istediği, anlamlı olman. Yaşamının anlamı çünkü o.
O çünkü, yaşamının anlamı.
Nasıl, işte ...

(Oruç Aruoba, Metis Yayınları, Hani, 2004, Sy. 32-33)

Salı, Haziran 02, 2009

Haziranda Ölmek Zor..



Yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü
Bıraktım acının alkışlarına
3 Haziran 63'ü

Bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
Okşar yanan alnını
Nazım Ustanın

Bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
Yatıyor oralarda
Bir eski gömütlükte
Yatıyor usta

Gece leylak ve tomurcuk kokuyor

Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
Şuramda bir kuş ötüyor.

Haziranda ölmek zor....


Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşcesine!

Saygılar olsun Büyük Usta'ya..

Pazar, Mayıs 31, 2009

Şampiyon Beşiktaşım...

Şampiyonluk Bizim, Kupa Bizim!

Şükürler olsun..

Salı, Mayıs 26, 2009

Bazen Sevinç, Bazen Keder

Geçtiğimiz Pazar günü yarım kutladığımız şampiyonluk ve Cumartesi günü olası şampiyonluğumuz için bir şeyler karalayacaktım. Fakat Forza'da alttaki yazıyı okudum. Okunsun istedim...
Video'da çalan beste de eşlik etsin size..



müjgan,

sen gittikten sonra her şey değişti, aslına bakarsan hiçbir şey değişmedi. değişmeyen benim, çevremdeki her şey değişti. sen beni terk edeli 9 ay geçmiş. karnında bir bebek gibi taşıdığın sevgin şimdiye doğmak üzereydi ama sen gittin. geçenlerde annenle karşılaştık. pazardan dönüyordu, omuzları çökmüştü. eve kadar beraber yürüdük. senden bahsettik hep. hadi beni geçtim, ona bile uğramıyormuşsun. kadıncağız çok kötü durumda. nereye baksa seni görüyor, kızım müjganım diyor başka da bir şey demiyor. annenin o yıpranmış gözbebeklerine teselli vermeye çalışırken baban geldi. yine bakmadık birbirimizin yüzüne. sanki bir anlığına bile olsa göz göz gelsek yiyecektik birbirimizi. sanki beni ve aileni bırakıp buradan gitmenin suçlusu benmişim, sanki seni ben terk etmişim gibi hala bir hiddet taşıyor içinde. usulca sigarasını ciğerinin köküne kadar çeke çeke geçip gitti yanımdan...

müjgan,

sen gittikten sonra çok içtim. hiç sarhoş olamadım. ağlayamadım da. hep seni sorguladım, hep kendimi sorguladım. hatamı aradım, suçumu bulmaya çalıştım bulamadım. tek yaptığım şey seni sevmekti, adım gibi emindim sen de beni seviyordun ama neden bugünlere geldik anlayamıyorum. bundan 6 yıl önce o sihirli mayıs akşamında göz göze gelişimizi hatırlıyorum. üniversiteden arkadaşın zeliha ile gelmiştiniz maça. deniz tarafına bakan o kalenin tam çaprazından çakmak çakmak gözlerine bakarken bulmuştum kendimi. o nasıl güzel bir akşamdı müjgan hatırlıyor musun? devre arasında ağzında sigara, bıçkın bıçkın ateş arıyordun etrafında. aramızda nereden baksan yirmi metre vardı. sprinter gibi yetişmiştim imdadına. insanları tepeleye tepeleye, merdivenlerden kaya kaya bitmiştim dibinde. küfürler eşliğinde sigaranı yakmıştım. sen gülmüştün. ne güzel gülerdi senin o gözlerin. uğruna ölmeye değer gri gözlerin. maçın sonlarına doğru yanıbaşında ben sadece ve sadece seni izlerken sen maça koyuvermiştin kendini. sergen topla buluştuğunda ellerin buluşmuştu ellerimle. meşin adalet kendisini savururken filelere, sarılmıştın bana. sımsıkı, hiç bırakmamacasına. daha oracıkta aşık oluvermiştik birbirimize. Beşiktaşım, biricik aşkım ve sen. o mayıs akşamı şahit oldu sevgimize. 45 dakikada filizlenen ve şampiyonluk golüyle çiçekler açan birlikteliğimize yıldızlar şahitti. Beşiktaş şampiyondu ve o gece herkes başka bir alemdi müjgan...

müjgan,

sen beni bırakıp gittikten sonra hiç uyuyamadım. uyurken bile uyuyamadım. gözüm kapalıyken bile seni görüyordum. sen beni terk edip gideli dokuz ay oldu. ılık bir ağustos akşamının terkisinde sen gittin ve ben Beşiktaşımla yalnız kaldım. bu mektubu okur musun bilemem. ama ben yazacağım. sanki sen hep yanımdaymışsın gibi, beni burada yalnız bırakmamışsın gibi, yine her zamanki gibi Beşiktaş maçlarını beraber izlemişiz gibi yazacağım. sen gittin müjgan, ben senin ardından isyanımla antalya'ya gittim. zehir bir sıcağın altında, o garip ağustos akşamında 2-0'dan geriye dönüşü sensiz izledim. sanki şampiyonluk maçıydı. sanki 33 haftanın teri birikmişti Beşiktaşlıların üzerinde. dakika doksandı, bobo rüzgar gibi topu aldı önüne, geçti kaleciyi ve vurdu. herkes ayağa kalktı son dakikada gelen golün sevinciyle, ben elini aradım. elimi tutan elini aradım müjgan. bana sarılmanı, sarıldığında burnuma gelecek olan saçlarının çilek kokusunu aradım. bulamadım...

müjgan,

sen yokken çok maç yaptık hayatla. son dakikada gerilerden geldik, son dakika golleri yedik. yağmur yedik, çamur yedik. deplasman otobüslerinde kaba etimizi şişirdik. aynı bıraktığın gibiydi müjgan aynı bıraktığın gibi. senin beni bıraktığın yerden devam ettik. avrupa hezimetleri tam gaz yoluna devam ederken, facialar direği yalayıp geçerken her zamanki gibiydik. inönü hiç susmadı, bayraklar hep dalgalandı. marşlarımız dudaklarımızda, yumruklarımız hep havadaydı. anadolunun dört bir yanına gittik sensiz. antepten kırmızı toprak getirdim sana, izmit'ten çelik kokusu, ankara'dan yalnızlık korkusu. getirdim hepsini yığdım odanın ortasına. ateş yaktım, türküler söyledim sen yoktun. gelmedin, kapımı çalmadın.

müjgan,

geçen hafta yine inönü'deydik. galatasaray geldi kapımıza, sefa geldi hoş geldi. heyecanlıydı çocuklar, ayakları tutmuyordu kimi zaman. gol yedik, gol attık, kalemizde tehlike yaşadık, yaşattık. yani bildiğin gibiydi her şey. 6 yıl önceki gibi herkes heyecanlıydı. her yer tıklım tıklımdı. iğne atsan havada kırılırdı. nefesimizi tuttuk, diğer maça dayadık kulağımızı. olmadı, şampiyonluk turumuzu atamadık. içimizde tuttuk, biraz daha sabır dedik. maç çıkışında görmeliydin sokakları. insanlar cıvıl cıvıldı, panayır yeri gibiydi caddeler. meşaleler yakıldı, halaylar çekildi, türküler söylendi. işte o günden sonra annenin yanına gittim müjgan. ben gitmesem ayaklarım götürecekti neden bilmiyorum. belki de o 6 yıl öncesine gittim. birbirine benzeyen o esmer akşamların tek eksiği olan seni, biraz olsun annenin yorgun coğrafyasına bezenmiş yüzünün çizgilerinden anımsamak istedim. dedim ya annen çok üzgündü. hadi beni geçtim ona bile uğramıyormuşsun. rüyalarına bile girmiyormuşsun kadıncağızın. baban dediğim gibi, yüzüme bile bakmadı müjgan. sanki seni ben öldürdüm, sanki vücuduna giren o habis ur bendim müjgan. bir buçuk aylık çocuğumuza gebe, 2 ayda beyin tümörü aldı seni götürdü bizden. sen beni terk edeli 9 ay geçmiş. karnında bir bebek gibi taşıdığın sevgin şimdiye doğmak üzereydi ama sen gittin...

müjgan ben seni çok özledim...
annen bahçesinden karanfil verdi üç tane. ikisi beyaz biri kırmızı. üçünü de az önce toprağına işledim. rüzgarda uçuşan çilek kokulu saçlarına takar gibi, göğsünün orta yerine yaslar gibi, alnının ortasından öper gibi işledim toprağına. Beşiktaş çarşısından su getirdim. çatlamış dudaklarına döker gibi bıraktım mermer tablaya. ve bu mektubu bıraktım başının ucuna. sana aldığım ilk çiçeğin nazar boncuğuyla iliştirdim ucuna.

müjgan, vallahi de billahi de ben seni çok özledim.

anlatacak çok şey var ama bilirsin ben konuşamam. ancak yazabilirim. bıraksalar saatlerce dururum yanıbaşında. ama gidecek bir yolum var, senin adına senin sözüne uzun bir yolum var. cennetin kapısına gider gibi, son mutluluk gözyaşına yemin eder gibi, senin şerefine gidilecek bir yolum var. bu akşam harem'den otobüse biniyorum. yarın denizli'deyim. hafta sonu en nadide koltukların birinde ve yanımda senin boş koltuğun şampiyonluk maçını izleyeceğim. atılacak goller var müjgan, kazanılacak şampiyonluklar var. her kontra atakta dudaklarını arayacağım, her ara pasta elini tutmak isteyeceğim, her son vuruşta saçlarını koklayacağım. şampiyon olacağım müjgan, sana yemin olsun şampiyon olmadan dönmeyeceğim...

Kaynak

Cuma, Mayıs 15, 2009

Kuzuların Kuzusu, Cadıların Cadısı (:

Dünya güzeli, minik kuzenim Elif (:
Kendisi aslında Fenerbahçeli, bir türlü Beşiktaşlı yapamadım kendisini. Fakat bu akşam yine "abiiii" diye bağıra bağıra çaldı kapımı, biraz oyundan sonra tutturdu fotoğraf çek diye. Şaşırdım. Çünkü daha önce onca ısrarıma rağmen izin vermiyordu, saklıyordu yüzünü falan. Fırsat bu fırsat kaptım fotoğraf makinesini çekicem ama şans ya şarj'ı yok, İzmirden geldikten sonra ellememiştim hiç şarj'ı bitmiş haliyle. Şarj'a taktım, bu sürede onu oyalayıp fotoğraf çekinme hevesinin geçmemesini sağlamam gerekiyordu. Biraz daha oyun oynadık, yuvarlandık yatakta top falan oynadık ki çok zevkliydi, özlemişim çocuk olmayı yahu (: Şarjımız da doldu sayılır, bizi idare edecekti en azından. Minik kuzenim bile anladı artık sanırım kupa göremeyeceğini ki ben yönlendirmeden atkımı kaptı, topu aldı ve formalarımın olduğu koltuğa uzandı bir de "ben hazırıııım" diye bağırdı (: Ha, Beşiktaşlı oldu mu? Olmadı yine, bilekliklerime de göz dikti hatta ama yine de Beşiktaşlı olmadı, canı sağolsun onun yirim ben onu (:

Salı, Mayıs 12, 2009

Mızıkacı Amca


Elinde mızıkayla poz vermiş, saçı sakalı birbirine karışmış yaşlı bir amca. Fotoğraf'ta görünen bu...

Sebebini bilmediğim bir şekilde çok seviyorum bu fotoğrafı ve bu amcayı. Hayatın gerçek yüzünü görüyorum her bakışımda. Hayattan kazığını yemiş de olsa, mutludur eminim mızıkasıyla...

Hüznü görüyorum bazen, bazense umudu. Ve hep hayıflanıyorum; mızıkasını çalarken dinleyemiyorum diye.

Seviyorum bu amcayı...

Pazar, Mayıs 10, 2009

Gitgide Alışıyorum Sana

Gitgide alışıyorum sana...
Hiç bir alışkanlık bu kadar güzel olamaz...
Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin...
Yanımda olduğun zamanlar;
sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor,
alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun...
Durmadan başım dönüyor verdiğin hazdan...
Alışkanlıklar daima korkutur beni...
Düşün ki ben yaşamaya bile alışkın değilim...
Kendimi kendime alıştıramadım yıllardır...
Fakat şimdi sana alışıyorum...
Alıştıkça özlemim artıyor, daha yoğunlaşıyor.
Yalnız içimde garip bir korku var.
Sana alışmaktan değil seni kendime alıştırmaktan korkuyorum...
Bir gün sana şimdi verdiklerimden daha güzelini
daha değerlisini verememekten korkuyorum...
Bir gün ansızın ölmekten ve seni, bana olan alışkanlığınla
yapayalnız bırakmaktan korkuyorum...
Oysaki her zaman ve günün her saatinde yanında olmalıyım senin...
Bana alışmış olmaktan pişmanlık duyacağın bir dakikan bile olmamalı...
Bütün zamanlarını zamanlarımla karıştırıp
emsalsiz bir zaman bileşiminde yaşatmalıyım seni...
Uykularda bile aynı rüyayı görmeliyiz.
Her şeyin ve her zevkin yarısı senin olmalı, yarısı benim...
"Bana alış" demeyeceğim... Nasıl olsa alışacaksın bir gün...
Şimdi çirkinliğimde güzellikler bulan gözlerin,
o zaman en güzeli görecek bende! Alışkanlığınla,
sevginle yepyeni bir "ben" yaratacaksın benden!

İlk defa sevilmenin ürpertileri içindeyim inan.
Sevgimle mukayese edebileceğim tek şeyi beni sevmende buldum...
Ömrümde kimse bana sevmenin gerekliliğini öğretmedi.
Kimseden sevgisini istemedim, verdiler almadım.
Bencildim bir zamanlar, sevmek benim hakkım diyordum.
Oysaki şimdi bir zamanlar hiç sevmemiş olduğumu
kendi kendime biraz da utanarak itiraf ediyorum.
Asıl büyük sevgiyi seni sevmekte buldum ve sevgim
senin sevginle değerleniyor, ayrı bir anlam kazanıyor...
Sevgin olmasaydı değersiz bir cam parçasıydım.
Sevginle bir aynayım şimdi. Bana bakanlar baştanbaşa
seni görecekler içimde...
Bir zincirin iki halkasıyız seninle anlıyor musun?
Aynı kadehte karışmış iki içkiyiz.
İki kelimeyiz seninle birbirini tamamlayan.
Her yerde iki olduğumuz için
bir bütün haline geliyoruz durmadan...

Alışkanlığım devamlı sana çekiyor beni...
Durup durup dudaklarını öpmek geliyor içimden...
Saçlarını okşamak geliyor, ellerini tutmak geliyor...
Kokunun tenime sindiğini hissediyorum geceleri...
Teninin dudaklarımda eridiğini hissediyorum...
Boynunun en güzel yerini benden başkası bilemez artık...
Seni kimse benim kadar benimle bir bütün olduğuna inandıramaz....
Gitgide bu alışkanlığın içinde kaybolduğumu hissediyorum...
Beni yaşadığım zamanın dışına çıkarıyorsun.
Bir gün tarih öncesinde yaşıyoruz , bir gün bulutların üstünde...
Uzun süren bir baygınlık sonrasının
o anlatılmaz baş dönmesi içindeyim...
Bütün merdivenler birbirine eklendiği zaman
seninle vardığım yüksekliğe erişemez...
Açılmış bütün kuyuların derinliği
içimde seni bulduğum yer kadar derin değil...
Alışkanlık kozasını ören bir ipekböceği gibi gitgide tamamlıyor bizi.
Emsalsiz bir oluşun içinde yuvarlanıyoruz.
Korkunç bir yangın başladı yüreklerimizde.
Özlem, kıskançlık, arzu ne varsa içimizde hepsi birdenbire tutuştu.
Alev almayan bir yerimiz kalmadı.
Alevlerimiz muhteşem bir kızıllığın içinde yıldızlara kadar uzanıyor.
Hiç bir su, bu ateşi söndüremez artık.
Nehirle, denizler boşalsa üstümüze hiç sönmeyeceğimizi biliyorum.
Bu yangın biz birer kor haline gelinceye kadar sürecek.
Önce bakışlarımız alıştı birbirine, sonra parmak uçlarımız...
Bu oluş tamamlandığı anda yeryüzünde
bizden güçlüsü olmayacak!
En mutlu olduğumuz yerde en güçlü de olacağız seninle...
Bu bir sonun değil bir varoluşun başlangıcıdır.
Geçmişteki tüm alışkanlıkların bana alışmanı önleyemez artık...

Ümit Yaşar OĞUZCAN

(:

Cumartesi, Mayıs 09, 2009

Annem..

Beni,
benden çok sevdiğine inandığım tek insan; Annem..

Anneler günün kutlu olsun.. (:

Perşembe, Mayıs 07, 2009

Kayalıklar..


Kayalıklarım vardı benim ya...
Lise'den bu yana her fırsatta gittiğim, boğaz manzarasıyla katışık güneşin batışını izlediğim kayalıklar. Canım sıkkın olduğunda özellikle tek başıma gider otururdum. Bazen resim çizerdim ama genelde boş boş bakınırdım. Avdan dönen balıkçı teknelerinin o "tar tar tar" sesini çok severdim, her ne kadar gürültülü bir ses olsa da huzur verirdi sanki. Kimi zaman arkadaşlarla giderdik gecenin geç saatlerinde, biralarımız ile birlikte. Güzel muhabbetler hatırlıyorum o anlara dair...

"Kayalıklar...Dalga sesi...Martılar...ve bir de dilersen, sen?" diye not düşmüştüm bir keresinde defterime, kimseciğim'i düşünerek (:

Uzun zamandır gidemiyorum, günün batışını izleyemiyorum, boş boş bakamıyorum boğaz'a, tar tar sesini bile unuttum ve bunların hepsini çok özledim.

Bahar geldi, yaz da geldi gelecek. Kavuşmak lazım artık kayalıklarımla...

Salı, Mayıs 05, 2009

O

14.
O, hep bildiğin, tanıdığın; ama hiç karşılaşmadığın -
karşılaşamayacağını sandığındır: Şimdi bütün 'bilgi' yö-
rüngen değişecek;artık bambaşka yataklardan akacak,
'düşünce' ırmağın.
Oysa, hep ona göre ayarlamıştın kendini - ama, başka
gezegenlerle, başka nehirlerle... .
Yepyeni bir gelecek haritası çizeceksin şimdi : bugüne
dek yaşadıklarının ötesine geçen; ötelerde biryerlerde yeni
yerlere götüren yeni yollar belirleyen bir harita: kendine
doğru artık yokoluş olarak dokunmayan; varoluş yerlerini
de'-yeniden- belirleyen bir harita ...
-Evrenin ve dünyan -gökyüzün ve yeryüzün- değişecek,
artık, şimdi, işte!

(Oruç Aruoba, Metis Yayınları, Hani, 2004, Sy. 36)

Cumartesi, Mayıs 02, 2009

Kartal Şampiyonluk Turu At!

Çok fazla şey karalamaya gerek yok, gece 03:00 otobüsüyle İstanbul'a gidiyorum. Geçmiş senelerdeki gibi bir heyecan yok içimde, farklı bu kez. 2 senedir İnönü'deki fener maçlarındaki mağlubiyetler sonucu şampiyonluk hevesimiz kursağımızda kalıyordu. Bu kez durum farklı, ne yaptığını bilen bir takım var peşinden koştuğumuz. Bu kez maç öncesi kendimi frenledim, heyecanı bir nebze olsun dizginledim. Maç sonuna saklıyorum tüm sevinçleri (:

Allah'ın izniyle mutlu mesud döneceğim İstanbul'dan. Döner dönmez de, çöken bilgisayarım sonucu kaybolan 40 gb kadar fotoğraf, müzik vs. arşivime üzülmeye başlayacağım. Şu an üzerinde yazdığım bilgisayarla öyle yabancıyız ki, iki adım mesafeden yazasım geliyor. Arşivimi istiyorum ben!

Neyse, gider ayak bir yazı yazayım istedimdi; Saldır Beşiktaş!

Cuma, Nisan 24, 2009

Resim Çizdim Ben (:

Dün akşamüstü can sıkıntısı'ndan ötürü böyle bir şey karalamıştım masanın üstündeki küçük not kağıdı'na. Bir şey çizmek için değil de elim boş kalmasın diye alınca kalemi ele böyle saçma bir şey çıkıyor ortaya. :D


Bugün de yine canım sıkıldı. Cebimde buldum bu not kağıdı'nı ve tarayayım, bilgisayar'a atayım dedim. Dedim madem ben bunu taradım, bilgisayar'a attım o zaman bir de düzenleyeyim ve daha da güzelleştireyim. Photoshop'u kullanaraktan taranmış resmimi temizledim. Sonrasında ise can sıkıntısına bire bir gelen saçmalıklarla süsledim üstüne bir de püsledim.

Sonuç;

Perşembe, Nisan 23, 2009

Kutlu Olsun!


23 Nisan diyince aklıma gelir hep, hala hatırlarım. İlkokul'da, kaçıncı sınıftaydım hatırlayamıyorum ama 3. sınıf'ta olabilir kuvvetle muhtemel. 23 Nisan kutlamaları için okul içinde o bildiğimiz şiirli, oyunlu törenlerden düzenlenecekti. Öğretmenimiz bu törenler için görevleri dağıtıyordu. Genelde atılgan ve ön planda olan bir yapım olmadığı için o zaman da hep görev almamak için sessiz sessiz duruyordum bir köşede, görev dağıtımı tamamlanınca bir "oh" çekecektim kurtulduk diye. Ama tabi öyle olmadı, beni ve Fulya isminde bir arkadaşı sunucu olarak seçti öğretmenimiz. Fulya da sınıfın en güzel kızlarından ama şımarık bir arkadaştı. Buraya kadar tamam da, hala daha anlam veremediğim bir konu var. Programı sunarken ben "damat" Fulya ise "gelin" rolünde olacakmışız. Öğretmenimizin şimdi kulakları çınlasın, çok severdim kendisini ve hala arar sorarım ama o damat-gelin mevzusunu ne akla hizmet istedi bilmiyorum :D Damatlık almıştık o güne özel, papyon'u falan da vardı vallahi Allah var çok da yakışıklı olmuştum. Program'ı öyle sunmuştuk işte Fulya'yla, o da gelinlik giymişti falan.

Güzel bir anıydı işte böyle. Şimdilerde neşe dolamıyoruz artık 23 Nisan'da ama olsun, neşe dolan çocukları görüyoruz yetiyor.

Bir de şey vardı ya, Çarkıfelek'i Tarık Tarcan sunuyordu o zamanlar. Şimdiki gibi cıvık bir program değildi yani, izliyorduk ailecek. 23 Nisanlarda çocuklar yarışıyordu. Ve yanlış hatırlamıyorsam en büyük ve dikkat çekici ödül "robot" idi. (:

Barış abimizin dediği gibi; Bugün bayram erken kalkın çocuklar.. (:

Pazartesi, Nisan 20, 2009

İlk Mim İlk Heyecan

Sevgili H.Y. Ergün tarafından mimlenmişim. Blog yazmaya başlayalı çok fazla bir süre olmadı, aksine henüz çok başındayım bu yolun ve acemisiyim elbette. Blog yazmak istememdeki amaç da tamamen kafamı boşaltmak, ve derdimi, kederimi, sevincimi, neşemi tıpkı bir dost'a anlatır gibi buraya dökmek ve rahatlamak. Blog yazmanın güzel yanlarından biri sanırsam, bir dost'a anlatır gibi yazdıklarınız bir çok dost'a ulaşıyor ve içlerinizden sesinize ses olanlar çıkıyor, yorumlarıyla eşlik ediyorlar size.

Neyse, mim'in konusu "Ben, bu köşeyi severim."

Biraz düşününce aklıma ilk gelen ve en belirgin köşe sevdam, evde oturma odası'ndaki köşemdir. Televizyon izleyen biri değilimdir. İzliyorsam da ya maç vardır ya da beğenerek izlediğim bir iki program. Oturma grubuyla pek aram yok, oldukça rahat olmalarına rağmen. Televizyon'un önünde, üç tane yan yana sıralanmış sandalyedir benim köşem. Bir misafir falan yoksa evde, uzanarak izlemeyi severim TV'yi ve bu sandalyelerin üzerine uzanırım. Nedense daha bir rahat ediyorum orada. İşin sırrı sandalyelerde mi, TV'ye olan yakınlıkta mı yoksa bulunduğu yerde mi bilmiyorum ama evde en sevdiğim köşelerden biridir o köşe.

Kendi odamda ise formalarımın, atkılarımın asılı bulunduğu duvar çok özel bir köşedir benim için.

Bunlar dışında aklıma gelen de yok, çünkü hani otobüslerde falan da pencere kenarıdır koridordur pek farketmez benim için. O tür takıntılarım yok, sandalyelerim ve duvarım yetiyor bana. Seviyorum onları (:

Şimdi bu mim'i paslamak gerekiyormuş, daha henüz çaylak olan biri için zor bir durum aslında. Ama blog'umu takip eden bloggerlardan biri olan ve blogunu da ilgiyle takip ettiğim cesetizleri♀ 'ne paslayayım. Mimle tanışmamı sağlayan H.Y. Ergün 'e de teşekkürlerimi sunayım bir kez daha.

Pazar, Nisan 19, 2009

Lider Geliyor Lider!


İstanbul'a gidiyorum. Otobüsüm 03:00'da kalkacak ve sabahtan beri zaman geçmiyor. Sivasspor'un da puan kaybetmesinden sonra daha bir heyecan bastı. Lider olma şansını yakaladık ve Allah'ın izniyle de liderliği alıp, sezon sonuna kadar bırakmayacağız. Şu saatten sonra kimse ilgilendirmiyor bizi, kendi işimizi kendimiz göreceğiz. Galatasaray ve Fenerbahçe koptu gitti zaten, Trabzon da ilgilendirmiyor bizleri. Şampiyonluğun formülü basit, kazandığımız sürece zirvedeyiz. Bunu yapacak güç, inanç her şey var. Maçın biletleri daha bugünden bitti, taraftar hazır.

Allah'ın izniyle güzel futbol, güzel skor ve tribün adına güzel bir şovla yedi cihan'a kapak yaparcasına haykıracağız Dolmabahçe'den.

Şampiyonluk hasretiyle çok çile çektik
Geceleri uyumadan sabahlar ettik
Uçurumlara düşmeden tut elimizi
Şampiyon ol Beşiktaş'ım mesud et bizi

Cumartesi, Nisan 18, 2009

Sen Sustukça..


Sen sustukça;
Sokak arasında
misket oynayan çocukların,
birbirlerine nanik yapıp
masum gülüşlerinde aradım seni...

Sen sustukça;
Karlı bir pazar sabahında,

sıcak simit ve çay'ın verdiği
sıcaklığı
içine çekerken ki halinde aradım seni...


Sen sustukça;

"Seni seviyorum" dediğim zaman,

"bende seni seviyorum" deyişinde aradım seni...

Sen sustukça;
Bende sustum,

bu kez kendimde aradım seni...


13/11/2006 00:21

Fotoğraf : http://miss-deathwish.deviantart.com/art/shut-up-108266492

  © Blogger templates Brooklyn by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP